2 Ekim 2023 Pazartesi

İŞÇİLER PATRONLARDAN ALACAKLI

1950, Demokrat Partinin Adnan Menderes Başbakanlığında iktidar olduğu yıldı. Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, İstanbul sokakları hemen kalabalıklaşmaya başlamıştı. İlk okulun birinci sınıfında okuyordum. Yakın komşumuz Erzurumlu Sadık Dayının yeğeni badanacı Bayram Usta, sevinçten oynamaya başlamıştı. O gün babamın neden asık suratlı olduğunu ve Bayram Ustanın neden dakikalarca sokak ortasında oynadığını elbette tam olarak anlayamamıştım. 

Babam halkçıydı daha doğrusu İsmet Paşacıydı. İsmet Paşa zaman zaman ''bana çizmelerimi tekrar giydirmeyin'' derdi. İsmet Paşa'nın bu söylemi babamın suratında hep gülümseme oluştururdu.

VATAN CEPHESİ DÖNEMLERİ

Adnan Menderes'in öğrenci gençlik, Silahlı Kuvvetler (ordu) ve üniversite camiası ile arası iyi değildi. Bu konularda enteresan şeyler konuşurdu. ''Ben orduyu yedek subaylarla yönetirim, siyaseten ise odunu bile aday göstersem seçtiririm'' gibi.

Adnan Menderes, 6 - 7 Eylül kötü olaylarının provokasyonu ve ''Vatan Cephesi'' adı altında Türkiye'de cepheleşmeye yol açan ve usulsüz istimlak uygulamaları nedeni ile elbette büyük hatalar sergiliyordu.

 Radyoda akşam haberlerinde her gün birilerinin  ''vatan cephesine'' katıldıklarının anonsları duyurulurdu.

1960, Menderes'in 27 Mayıs İhtilali(darbesi) ile iktidardan indirildiği yıldı. Lise öğrencisiydim. Her iki tarihte de babamın suratı asık ama bu tarihte fazladan üzgün olduğu belli oluyordu. Her gün Demokrat Partiye ve vatan cephesine katılanları haberleştiren radyo bu defa Yassıada da kurulan mahkeme duruşmalarının Menderes hakkındaki haberlerini duyuruyordu.

Doğrusunu söylemek gerekirse 27 Mayıs İhtilali, o yılların üniversite ve lise öğrencilerinin büyük bölümünde sanki memnuniyet yaratmıştı. 

 27 Mayıs 1960 sonrası, İsmet İnönü, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in başbakanlıklarında iktidarların değişim yılları birbirini kovaladı. 

1971 Yılının 12 Mart gününde Türkiye kötü bir gün daha yaşadı. 

Demokrasiye darbe yapılmış, genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının verdikleri muhtıra sonunda, Demirel iktidardan uzaklaştırılmıştı. Nihat Erim Başbakanlığında yeni bir hükumet kuruldu. 

Türkiye'de daha da  kötü günler başlamıştı. Nihat Erim hükumeti anarşiyi bitirecek, ekonomik kalkınmayı sağlayacak ve demokrasinin gelişmesine katkıda bulunacak diye kurulmuştu.  Erim'in, Anayasada belirlenen reformları Atatürkçü bir düşünce planı ile yapacağı belirtiliyordu. 

Olmadı, belki de olması istenmedi..

''Balyoz'' söylemiyle başlayan uygulama iyi sonuçlar vermedi. Sıkıyönetim ilan edildi, evler arandı, ''Ziverbey'' işkence dönemi başlatıldı.

Bir kısım insanımızın tabiri ile demokrasimiz, zaman, zaman ekonomik ve demokratik özgürlükleri de içinde barındırıp kör topal vaziyette 1980 yılının 12 Eylül'üne kadar yürüdü. Bu uzun dönem içinde halkımızın yaşantıları elbette pek çok biçimde zorlu oldu, darbeler öncesi ve sonrası halkın bir bölümü uzun süre kötü günler yaşadı.

PATRONLARIN BAŞKANI 

Kötü günlerin sonu geecek diye yapıldığı ballandırılan bir 12 Eylül 1980 DARBESİ var ki, öncekilere rahmet okuttu. ''Töhmet altında kalmayalım diye bir sağdan bir soldan astık'' diyen bir numaralı darbe yapımcısı Kenan Evren, ''ben zengini severim'' diyen darbe Başbakanı Turgut Özal ve ''Şimdiye kadar onlar (işçiler) güldü biraz da biz gülelim'' diyen işveren sendikaları konfederasyonu patronlarının başkanı Halit Narin 12 Eylül'e bakışlarını böylece belli ettiler. 

Türkiye'ye karanlık bir dönem yaşattılar. DİSK'İ kapattılar, yöneticilerini hapse attılar yıllarca hapis damlarında  tuttular. Onbinlerce işçiyi suçsuz yere çeşitli bahanelerle işten çıkardılar. Bir daha işe giremesin diye listeler hazırladılar. Toplu iş sözleşmeleri ile elde ettikleri  kazanımlarını budadılar. İkramiye kıdem tazminatı gibi çok önemli hakları ellerinden alındı. Emek kesiminin büyük bir bölümüne bu karanlık kokuşmuş dönemde akla hayale gelmeyecek kötülüklerin hepsini yaşattılar. 

Demek istemem şu ki, çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemlerimde darbelerin hemen hepsini gördüm ve o dönemleri yaşadım. Hepsinde de sonuç itibari ile gerek sendikal işleyiş, gerek siyasi durum gerekse ekonomik sebeplerle, emek kesiminin, özellikle de işçilerin daha çok hak kayıplarına uğradığı su götürmez bir gerçektir. Bu bakımdan işçiler patronlardan alacaklı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder