26 Aralık 2023 Salı

SENDİKAL SOHBET

Cumhuriyet Televizyonu'nda yayınlanan yılların gazetecisi, sayın Şükran Soner ile, sendikacılık ve 15-16 Haziran 1970 gibi pek çok konuya değindiğimiz sohbetimizi, aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz...


21 Aralık 2023 Perşembe

GENEL YAS EYLEMİ VE SORUMSUZ SORUMLULAR

1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde yapılan ''Büyük İşçi Direnişi'' Türkiye Sendikacılık tarihinin çok önemli dönüm noktalarından biridir. Aynı zamanda Türk sendikal hareketleri içindeki 15-16 Haziran yürüyüşü, işçi sınıfının haklı davasının eşsiz bir mücaddele ile kabul edilebilirliğinin tescili oldu. 

Devrimci sendikalarda örgütlenmiş sendika üyeleri, iktidarın kendileri aleyhine alelacele çıkarttıkları anti demokratik bir kanunu demokratik yollarla yaptıkları planlı ve başarılı eylemlerle engellediler. 

Demirel İktidarının gece yarısı yangından mal kaçırır gibi alelacele çıkarttığı, Anayasaya da aykırı sendikalar kanunu, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun yaptığı demokratik eylemlerin başarıya ulaşması ve giderek üye sayısının yükselmesi Demirel iktidarının hoşuna gitmiyordu. 

ANAYASAL DÜZEN

İktidar bu sefer de anayasal düzenin korunması gerektiği bahanesiyle DGM Yasasını gündeme getiriyordu. DGM Yasasının uygulanmasının altında elbette başta demokrasinin kısıtlanması yatıyordu. DİSK Yönetimi ise asıl amacın, iktidarın DİSK'i hedef seçtiğini bu bakımdan zayıflatmayı hatta kapatmayı deneyeceği anlayışındaydı.

Demirel ve ortaklarının oluşrurduğu ''cephe iktidarı'' bir yıl içinde, DGM Yasalarını tekrar çıkaracağı düşüncesini açıklamaya başlamıştı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler iktidarla mücadele edilmesi konusunda bu defa UDC (Ulusal Demokratik Cephe) kurulması gerektiğini açıklıyordu.

ENDİŞELİ DURUM

Kemal Türkler, Milliyetçi Cephe İktidarının yapmak istediği anti demokratik siyasi ugulamalarına karşı, ülke çapında DİSK'in iş bırakma konusunda ''Genel Yas Eyleminin'' başladığını kamu oyuna ilan etti. O sırada yöneticiler dışındaki DİSK kadrolarının etkili bölümü ağırlıklı olarak TKP anlayışını tam olarak benimsemiş veya üyesi durumumundaydı. UDC kuruldu ama Konfederasyonu oluşturan büyük sendikaların MADEN-İŞ dışındakilerin bu yapılandırmanın çok işlevsel olabileceği konusunda dışa yansımayan endişeleri vardı. 

GENEL-İŞ, LASTİK-İŞ, GIDA-İŞ ve TEKSTİL gibi üye sayısı bakımından büyük sendikalar ile bazı küçük sendikalar DİSK te oluşturulan TKP algısından memnun değillerdi.

*Bu durum Genel Yas Eyleminin uygulanması ve devamı aşamasında kendini açıkça gösteriyor olacaktı...

Genel yas eylemi 16 Haziran 1976 günü başladı. 19 ve 20 Hazirana kadar eylem başta İstanbul olmak üzere Ankara İzmir ve Diyarbakır gibi illerde etkisini gösterdi. TMMOB ve TÖB-DER gibi bazı dernek ve kuruluşlar da bu eylemi desteklediler. İKD ve İGD ise en sadık destekçiler durumundaydı.   

SIKI YÖNETİMSİZ SIKI YÖNETİM

DİSK, ''DGM yasalaştığı takdirde siyasi iktidar, ülkede sıkı yönetimsiz sıkı yönetim uygulayacak'' şeklindeki söylemlerini iyi kullandı. ''DGM'ye Hayır'' sloganı özellikle İstanbul varoşlarında ve işyerleri ile fabrikalarda çok etkili oldu..  

16 EYLÜL Günü başlayan eylemde MADEN-İŞ Sendikasının örgütlü olduğu tüm fabrika ve işyerlerinin tamamında işçiler iş bıraktılar. DİSK'e bağlı diğer sendikalar ise mümkün olabildiği kadar dört gün eylemi başarıyla sürdürdüler. 

Maden iş yönetimi olarak çok etkili başlayan bu eylemi iyi yönettiğimiz söylenemez.  DİSK Yönetimi, eylemin başlayacağı günü belirtmiş ve fakat sona ereceği tarih belirtilmemişti. 

Bu durum ucu açık bir eylem olarak uygulamaya konulmuş, sanki sorumsuz sorumluların ya da sorumlu sorumsuzların ekmeğine yağ sürülmüştü! 

DİSK ve üye sendikalar içerisinde çeşitli ideolojideki personel ve uzmanlık gibi görevlerde bulunan kadroların bu eylemde daha çok insiyatif kullandıkları görülüyordu. Elbette böyle durumlarda yönetim zafiyetinin oluşacağı ve genelde ise kaotik durumlar oluşabileceği bir gerçektr. 

Özellikte MADEN-İŞ yönetiminde demokratik sendikal anlayıştan daha çok ideolojik siyasi düşünceyi ön plana çıkaran yöneticilerin varlığı, bu konudaki davranış ve uygulamaları eylem süresinin oldukça uzamasını sağlıyordu. Bu durum ise işverenler ile MESS birlikteliğini daha da sağlamlaştırıyor adeta perçinliyordu. Ayrıca devam eden grevler ile oluşabilecek yeni grevleri bambaşka bir mecraya taşıyacaktı..

KARA LİSTE

Açıkça söylemek gerekirse o tarihteki TKP yöneticilerinin etkisi ve yönlendirmeleri ile, DİSK ve MADEN-İŞ içerisindeki görevli kadroların, direniş sürecinin uzatılmasına yönelik karar ve uygulamaları çok sayıda işçi önderinin işten çıkarılması ve kara listelere alınmasına sebep oluşturdu. Bu konu ise grevlerin devam ettiği fabrikalar ile yeni başlayacak toplu sözleşme görüşmelerinde işe iade maddesi olarak sürekli gündemde kalacaktı..

* En üstteki fotoğraf Kemal Türklerin cezaevinden çıkışıdır. En solda Hüseyin Ekinci, ensağda Kemal Nebioğlu.


28 Kasım 2023 Salı

İŞSİZLİK ÇOK BAŞLI EJDERHA

1962 Yılıydı.
Liseyi bitireli bir yıl olmuştu.  
Üniversite imtihanını da kazanamamıştım. 
Lise yıllarım iyi geçmedi. 
Okulu seviyorum ve ders durumlarım iyi, parasal durumum ise çok kötüydü. 
Çoğu zaman okul kantininden aldığım sandviçlerle idare ederdim. 
Bunların bedellerini taksitle ödediğim zamanlar bile oluyordu. 

Sıkıntılı günler yaşıyorum.
Mutlaka çalışmam gerek, hem de derhal.
İş arıyorum...

İlkokul yıllarımın beşinci sınıfı ile orta okulumun tüm yaz tatilleri hep çalışmakla geçmişti. Şimdi bu çalışmalara çocuk işçilik deniyor.  Benim çocukluğumun yıllarında ise çıraklık deniyordu.
O yıllarda ilk okul beş yıl, orta okul  ve lise ise üçer yıl okunurdu. 

Beyoğlu'da "Mazaraki" isimli bu günün tek "M" marketi büyüklüğündeki gibi bir bakkaliye vardı. Sahibi Rumdu ve kendisine  Mazaraki diye seslenilirdi. 

İki yıl yaz tatillerinde  bakkal çırağı olarak burada çalışmıştım. 
Buradan alışveriş yapanların çoğunluğu Rum, Ermeni ve Yahudi olan ve madam olarak tabir ettiğimiz kadınlardı. Madamlar çoğunlukla evlerinin pencerelerinden sepetlerini sarkıtarak, bakkalimu diye seslenerek siparişlerini verirlerdi. 

 O yıllarda İstanbul'un Rum, Ermeni ve Yahudi insanları bir hayli fazlaydı ve çoğunlukla zengin tabakayı oluşturuyorlardı. Zenginler sınıfına giremeyen kesimin bir çoğu da Tarlabaşı, Dolapdere, Şişhane ve Karaköy semtlerinde otururlardı. Ekonomik durumları orta ve orta  üstü kesim ise Kurtuluş, Pangaltı, Feriköy, Samatya bölgelerini mesken tutmuşlardı. 
En zengin azınlıklar ise, Cihangir, Taksim Gümüşsuyu, Talimhane, Maçka, Kadıköy,  Adalar ve Moda semtlerinde  oturanlardı.

ANKARA PAZARI

Taksim'de bulunan meşhur büyük otelin yerinde o zamanlar Rum bir ailenin işlettiği Ankara Pazarı isminde, bu günün söylemiyle 'MM' diyebileceğimiz büyük bir bakkaliye bulunuyordu.

Bu dükkanın özellikle şarküteri kısmı, İstanbul hanımlarıyla beylerinin sürekli uğrak yeriydi. Kahvaltılık, salam, pastırma ve peynir çeşitleriyle İstanbul zenginlerine hizmet veriliyordu. 
Gerçi o zamanlar piyasada kalitesiz yiyecekler pek bulunmazdı ama, Beyoğlu Balıkpazarı ve Ankarapazarı kahvaltılık ve meze konularında hep bir numaralı alışveriş yerleriydi...

Adnan Menderes dönemiydi. 1955 yılı yaz tatili bitimine yakın henüz okullar açılmamışken, ''6-7 Eylül Olayları" olmuştu. Mazaraki Bakkaliyesi de bu çirkin eylemden çok kötü bir şekilde nasibini almıştı. 
İnsanlar dükkân içinde bulunan her şeyin, dışarı çıkarılıp yerlere atıldığını, yuvarlak şekilde üretilen eşsiz Kars kaşar peynirlerinin, cadde boyunca sıra, sıra otomobil tekerlekleri gibi yuvarlandıklarını konuşuyorlardı.
Ankara Pazarının da bu uğursuz olaylar nedeniyle tamamen harap olduğu belirtiliyordu.  

Gerçi bu olaylardan zarar görenlere, mallarının karşılığını Menderes 
Hükumeti, devlet kasasından fazlasıyla ödedi fakat, bu üzücü olaylar hep hatırlanmaya devam etti.

SANAT GÜNEŞİ

Lise birinci sınıf yaz tatilinde de Beyoğlu Tepebaşı'da kurulu ünlü gazinocu Fahrettin Aslan'a ait yazlık Cumhuriyet Gazinosunda komi olarak çalışmıştım. 
"Sanat güneşi" Zeki Müren sahneye çıktığında servis elemanı bir kısım personel kaçarak anında ortadan kaybolur, kaçamayanlar ise bulunduğu yerde çömelerek şarkı bitene kadar hareketsiz beklemek zorundaydı. 
Lise son sınıfta okulumuz çift öğretime (ikili öğretim) geçmişti. 
Bir tanıdığımın vasıtası ile Beyoğlu'da okuluma çok yakın, röntgen mütehassısı doktorun muayenehanesinde yarım gün çalışmaya başladım. 
Muayene randevularını kaydediyor, röntgen filmlerinin banyolarını yapıyor, rapor yazılımına hazırlıyordum. 
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden özellikle de Fransa'dan Ermeni hastalar geliyor, çekilen film ve yazılan raporları alıp dönüyorlardı. 

Bu arada Şişhanede bir oda kiralamıştım.
Aldığım maaş ancak kirayı karşılıyordu.
Ama bazı zengin hastaların verdikleri bahşişler benim için bir nevi can simidi oluyordu.

Lise bitti. 
Yeni bir iş aramaya başladım.  Her yere iş bulabilmek için koşturuyorum.
Gerçi iş aramak bana yabancı değildi ama, bu defa durum değişik, nereye baş vurduysam olmadı. 
Olmuyor...
Sanki bütün kapılar bana kapanmıştı.

İŞSİZLİK NEDİR Kİ?

İşszlik, çalışanların çeşitli sebeplerden dolayı işlerini kaybetmesi veya olgunluk yaşa geldiği halde, çalışmak isteyip de iş bulamayanların durumu diye tarif ediliyor. 

Tarif böyle ama ya gerçek.

Gerçekte ise işsizlik susuz bir kör kuyu,

Parlak havada karanlık,

Mutluluğu yok sayan,

Umut söndüren,

Yürek dağlayan,

Kısaca işsizlik, ağzından alevler saçarak insanı kavuran çok başlı bir ejderhadır..






1958 Taksim  (Ankara Pazarı)



.

20 Kasım 2023 Pazartesi

KEMAL TÜRKLER KORUNAMADI





22 Temmuz1980 tarihinde Türkiye Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler evinin önünde kalleşçe öldürüldü. Türkler 1954 Yılından itibaren 26 yıl Türkiye Maden-İş Sendikası Genel Başkanlığını yapıyordu. Bu arada 1967 Yılında kurulan DİSK'in 13 yıl da Kurucu Genel Başkanlığını yapanTürkler'in ölümü, Türkiye ve Dünyada büyük bir infial yarattı. 

*Elleri kan içinde SSK hastahanesine kocasını getiren Sebahat Türkler ağlayarak olayı şöyle anlatıyordu. 

''Her zamanki gibi onu evimizin camından bakıp yolcu ediyordum. Yürüdü arkasını dönüp arabaya biniyordu. Ben camdan çekilirken birden silah sesleri işittim, bu benim Kemal'ime atılmıştır deyip tekrar camdan bakınca Kemal'i düşerken gördüm. 

Nasıl ne ile onun yanına gittim bilemiyorum. Bizi bir arabaya bindirdiler. O'nun başını kucağıma almıştım. İşçilere ne söyleyeyim Kemal dedim. Seslenmiyordu. Küçük kızım da olayı gördü, bilmem ona ne oldu. Sadece siyah saçlı sivri kafalı eli silahlı, koyu renk montgomer giyinmiş bir genç gördüm. Ama birkaç kişi idiler.''

TELEFONLA RAHATSIZ EDERLERDİ

Sebahat Türkler kendisine verilen teskin edici ilaçtan sonra da, ağlayarak şöyle devam etmiştir.  ''Her zaman telefonla rahatsız ederlerdi. Tehdit ederlerdi. Ama üzülmesin diye telefonu Kemal eve geldiği zaman fişten çekerdim. O'nu susturdular. İşçilerin hakkı için konuştuğu için mi susturdular? O'na uzanan eller kırılsın..''   

Sebahat Hanımın anlatımına göre Kemal Türkler uzun zamandır tehdit edilmekte ve sık sık evine bu konuda telefon açılmaktadır. Ayrıca Devlet tarafından koruma verildiğine göre bu konuda durumun daha da ciddi olduğu anlaşılmaktadır. 

T.Maden İş Sendikası içinde kısa sayılamayacak bir süre üye, işyeri temsilciliği, şube gençlik kolu başkanlığı, merkez şube başkanlığı, bölge temsilciliği ve daha sonra Genel Başkan Vekilliği görevlerinde yaklaşık 15 yıl her kademede 1962-1977 yılları arsında görev yapmış biri olarak söylemek istediğim koruma ve korunma uygulaması hafife mi alındı? 

Ben Kemal Türkler'i çok iyi tanırım. Koruma ve korunma durumlarını asla hafife alacak birisi değil.  O yıllarda T. Maden-İş Sendikası mali, maddi, personel (onlarca avukat, onlarca organizatör, onlarca örgütlenme uzmanı, onlarca toplu sözleşme uzmanı, yine bölge temsilcileri vb) olmak üzere otomobiller şoförler araç gereç bakımından çok donanımlı kurumsal bir yapı ve özel güçlü bir kuruluştu.

Bu durumda Genel Başkan Kemal Türkler'in daha nitelikli ve daha dikkatli korunması için sendika yönetimince ilave koruma ekibi ya da ekipleri görevlendiyor olunamaz mıydı?

İhmal mi? 

Öngörü eksikliği mi? 

Kemal Türkler'in, yeri elbette kolay doldurulamazdı. O'nun göz bebeği gibi korunması gerekmez miydi?...

KEMAL TÜRKLERSİZ YÖNETİM


Herşey o kadar açık gelişti ki... 
Kemal Türkler'in Disk Genel kurulunda başkanlığı kaybetmesine neden olan sendikal görüşlerden uzak siyasi ideolojiyi sendikaya yamayanlar, kısa zamanda Kemal Türkler'siz yönetimleri ile sendikayı da taşıyamaz oldular.

Grup sözleşmesini kabul ettiler. 
Grup sözleşmesini kabullenmemek için aylarca yapılan grevlerde  ana maddelerin yürürlük ve işe iadeler maddeleri görmezden gelindi.

Kavel Kablo Fabrikası, Ereğli Demir Çelik gibi önemli işyerleri Sendikadan koptu. Türk Demirdöküm ve daha bazı fabrikalarda huzursuzluklar yaşandı. Genel Sekreter bir çok yerde ''Sendika bitmişti, tükenmişti, iyiki 12 Eylül oldu.'' diyebiliyordu..

(Heyhat) Yazık, çok yazık... 

*Sebahat Türkler'in anlatımı: (www.eskigaste.com) dan alınmıştır.                

17 Ekim 2023 Salı

MANNESMAN GREVLERİ

MANNESMAN BORU FABRİKASI GREVİ 1965

TÜRK-İŞ VE SUSKUNLUĞU  

İzmit'te1955 yılında kurulan MANNESMAN adında gözde bir kuruluş olan boru fabrikası vardı. 
*Sümerbank, ve **Seka ( kâğıt fabrikası) bu kuruluşun küçük ortaklarıydı. Alman'lar ise büyük ortaktı.
Alman Metal İşçileri Sendikas  (IGM) Alman sermayesi içindeki hisseleri nedeniyle o da ortak durumundaydı.  
 
Boru fabrikası, uzun yıllar "tekel" durumunda olan bir sanayi kuruluşu olarak ülke ekonomisine  uzun süre katkıda bulundu. Doğru söylemek gerekirse bu işletmede, uzun yıllar üretim şahâne, kârlılık ise en üst düzeydeydi... 

Bu fabrika, yeni kurulan boru fabrikalarının birçoğunun kuruluşuna örnek teşkil etti, kurucular veya işletmecilerine fikri
kımdan faydalar sağladı. Bazı kuruluşlar ise buradan yönetici ve usta transferi yaptılar.

GREV KARARI

MADEN-İŞ Sendikasına bağlı bu fabrika yetkilileri ile sendika arasında 1965 yılında yapılmak istenen toplu iş sözleşmesinde anlaşma sağlanamadı. Sağlanamadı değil sağlanmadı. Sümerbank devlet işletmesi olduğu için işin içine Demirel iktidarının siyaseti girdi. 
Çalışmalar yasalar uyarınca tüm kademelerden geçirildi. 
Grev kararı alındı...
O yıllarda Sendika olarak Türk-İş üyesi olduğumuz için üst kuruluş olarak Genel Başkan Seyfi Demirsoy ve yönetimi, devam eden prosedür hakkında bilgilendirildi.

İzmit'te bir sinema salonu kiralandı, üyelerin tamamının katıldığı bu toplantıda salon ağzına kadar dolmuştu. Toplantı açılışı yapıldı önce on kadar işçi konuştu. Çalışmalarından, üretimden, işyerinin kârlılığından ve ücretlerinin düşüklüğünden bahsettiler. 

Daha sonra Genel Başkan Kemal Türkler konuştu.
Mannesman işçilerini tam olarak bilgilendirdi. 
Grevin uzayabileceğini, grev disiplini, nöbetleri, birlik beraberlik gibi konuları anlattı.
Toplantı çok coşkulu geçti, Genel Başkanın konuşmaları sık, sık alkışlarla kesildi.

TÜRKLER BU GREV BAŞLAMALI

Türk-İş Yönetimi bu toplantıya 1. Bölge Temsilcisini göndermişti. 
İ. Topkar
1. Bölge Temsilcisi İsmail Topkar'dı. İsmail Topkar aynı zamanda Petrol-İş Sendikasının genel sekreterliğini yapıyordu.
Topkar iyi giyimli, çok kibar ve çok yakışıklı bir sendikacıydı. Sanki önemli bir filmin galasına gelmiş başrol oyucusu görünümündeydi. Düzgün hitabet ve etkileyici bir konuşma yaptı. Belli ki işçilerin konuşmalarından çok etkilenmişti. Konuşmasının sonunda, "Kemal Türkler bu grevi hemen başlatmalısın, grev kaç gün, kaç ay, kaç yıl sürerse sürsün. Türk-İş bu işçinin ve sendikanın arkasındadır" dedi.

Mannesman Grevi, toplantıdan iki veya üç gün sonra çok görkemli biçimde başladı. O yıllarda sendikal çalışmaların çıraklığını yapan ben Silahtarağa Merkez Şube Başkanı olarak oradaydım... 

Hüseyin Ekinci
1. Bölge Temsilcisi vasıtası ile esip gürleyen, vaatlerde bulunan Türk-İş, yine sessizliğe gömüldü. Ne bir mesaj, ne bir pankart, ne bir grev ziyareti hiç bir şey yapmadı. 
TÜRK-İŞ Yönetimi yine üyesi sendikayı ve işçileri yalnız bırakmıştı...
Anlaşılır gibi değil. 
Demek oluyor ki huylu huyundan vazgeçmiyor...
 
TÜRK-İŞ 1964 yılında da Silahtarağa'da kurulu Sungurlar Fabrikası grevinde de üyesi bu sendikayı yalnız bırakmıştı...

15 Ekim 2023 Pazar

SENDİKACI MISIN ÖYLEYSE SÖYLE

Sendika ve sendikacılık nedir, ne değildir? Bu soruya, tek cümlelik tanımlamalar şeklinde onlarca uygun yanıtlar verilebilir. Uygun cevaplardan birisi de herhalde; İşçilerin birlik olmak birlikte toplu iş sözleşmesi, grev, direniş gibi demokratik eylemlerle yeni haklar elde etmelerini sağlayan yasal kuruluşlardır denilebilirdi. Elde edilen yeni hakların muhafaza edilmesi  için çalışan ve yasal yöntemlerle görev alan mücadeleci sınıf ve kitle örgüt yöneticilerinin yaptıkları kapsamlı iş ise, sendikacılıktır şeklinde olabilirdi. 

KALİTELİ YAŞAM

İşçiler mevcut haklarını koruyabilmek, ailesi ile birlikte kaliteli bir yaşam sağlayabilmek için etkili ve güçlü demokratik eylemler geliştirmeyi amaç edinmelidirler. Sendikalar, bir araya  getirdikleri üye birlikteliği ile yetinemezler. Güçlü olabilmek, üyelerini rahat bir yaşantı hedefine doğru götürebilmek, yeni haklar elde etmeyi gerçekleştirebilmek için düşünce birliğini de sağlamalıdırlar. 

Sendikalar  aynı zamanda elbette demokratik meslek kuruluşlarının önemlilerinden birisidir. Oysa, sendikacılık asla bir meslek değildir. Günümüzde sendikacılık yapmak kolay, sendikal örgütlenme hedefi ise gündemden çıkmış gibi bir görünüm sergileniyor. Ülkemizde çalışanların sendikalarda yüzde olarak kapladıkları alan dibe vurmuş gibi.1970'li yılların sonlarına doğru işçilerin sendikal örgütlülük oranı yüzde olarak çok yukarılarda hatta rekor düzeydeydi.

KAZANÇ KAPISI

Sendikacılık, yöneticilerin kazanç kapısı değildir ve olmamalıdır. 
Sendikacılığın ne olduğuna ilişkin ağırlıklı cevaplardan biri de örgütlenmedir. Örgütlenmeyen veya eldeki üyelerle yetinen sendikacının ideolojisi ne olursa olsun, sendikayı geçim kapısı yapan sarı sendikacıdan farkı kalmaz. 

1963 Yılında Bülent Ecevit'in Çalışma Bakanlığı sırasında çıkarılan Sendikalar Kanunu ile birlikte sarı sendika furyası başlamıştı. İşverenler veya onların yardımları ile kurulan (kurdurulan) bu sarı sendikaların ana işlevleri, işverenlerin değirmenlerine su taşımaktı. İşverenlerin uygun buldukları oranlarda sözleşmeler
imzalıyor, böylece sermaye kesiminin yararına hizmette kusur etmemiş oluyorlardı.

Diğer taraftan işçi birliğini gerçek sendikalarda buluşturmak, gerçek sendikacılığın ileri boyutlarını öğrenmek ve bilmek için Kemal Türkler, Rıza Kuas, Abdullah Baştürk gibi liderleri anlamadan ve onları anmadan olmaz. 

SARI İT VE REŞAT ENİS

Sarı ve gerçek sendika söylemleri1960'lı yıllarda çokça dillendirilmeye başlanmıştı. Bu durum biraz da Reşat ENİS tarafından yazılan ilk işçi romanlarından biri olan SARI İT adlı roman nedeniyle oluşuyordu. Çok kolay okunan bir kitap olan roman, işçi ve ailelerini, onların yaşantılarını, işçi sınıfının toplumsal hayatta yer almaya ve ağırlığını hissettirmeye başladığını konu alıyordu. 

Gerçekten de işçiler yavaş, yavaş1961 Anayasasının yarattığı, yeterli olmasa bile sendikal özgürlük ortamında işçilik bilincine ulaşmaya başlıyorlardı. Bunlardan bazıları olan Kavel Kablo, Derbi Lastik, Singer, Türk Demirdöküm, Sungurlar Kazan, Elektrometal İzabe gibi fabrikaların işçileri, sarı sendikalara karşı yaptıkları başarılı demokratik direniş eylemleri olarak gösterilebilir.

Türkiye Maden-İş sendikası üyesi Kavel Kablo Fabrikası işçilerinin ilki 1963, ikincisi 1968 tarihinde ve Türk Demirdöküm Fabrikası işçilerinin 1969, Singer Fabrikası işçilerinin 1968, Lastik-İş Sendikasına bağlı Derbi Fabrikası işçilerinin 1968 yılında yaptıkları direniş eylemleri sendikal mücadele tarihi içerisinde gerçek sendikacılığın kilometre taşı durumuna gelmişti.           

Yıl 1963 İstinye'de Kavel Kablo Fabrikası işçilerinin direniş çadırı. Zamanın MADEN-İŞ İstanbul Bölge temsilcisi İsmail Sığın ve sendika mutemedi Nevzat Toktaş  yardım dağıtım sonrası işçilerle birlikte.






2 Ekim 2023 Pazartesi

İŞÇİLER PATRONLARDAN ALACAKLI

1950, Demokrat Partinin Adnan Menderes Başbakanlığında iktidar olduğu yıldı. Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, İstanbul sokakları hemen kalabalıklaşmaya başlamıştı. İlk okulun birinci sınıfında okuyordum. Yakın komşumuz Erzurumlu Sadık Dayının yeğeni badanacı Bayram Usta, sevinçten oynamaya başlamıştı. O gün babamın neden asık suratlı olduğunu ve Bayram Ustanın neden dakikalarca sokak ortasında oynadığını elbette tam olarak anlayamamıştım. 

Babam halkçıydı daha doğrusu İsmet Paşacıydı. İsmet Paşa zaman zaman ''bana çizmelerimi tekrar giydirmeyin'' derdi. İsmet Paşa'nın bu söylemi babamın suratında hep gülümseme oluştururdu.

VATAN CEPHESİ DÖNEMLERİ

Adnan Menderes'in öğrenci gençlik, Silahlı Kuvvetler (ordu) ve üniversite camiası ile arası iyi değildi. Bu konularda enteresan şeyler konuşurdu. ''Ben orduyu yedek subaylarla yönetirim, siyaseten ise odunu bile aday göstersem seçtiririm'' gibi.

Adnan Menderes, 6 - 7 Eylül kötü olaylarının provokasyonu ve ''Vatan Cephesi'' adı altında Türkiye'de cepheleşmeye yol açan ve usulsüz istimlak uygulamaları nedeni ile elbette büyük hatalar sergiliyordu.

 Radyoda akşam haberlerinde her gün birilerinin  ''vatan cephesine'' katıldıklarının anonsları duyurulurdu.

1960, Menderes'in 27 Mayıs İhtilali(darbesi) ile iktidardan indirildiği yıldı. Lise öğrencisiydim. Her iki tarihte de babamın suratı asık ama bu tarihte fazladan üzgün olduğu belli oluyordu. Her gün Demokrat Partiye ve vatan cephesine katılanları haberleştiren radyo bu defa Yassıada da kurulan mahkeme duruşmalarının Menderes hakkındaki haberlerini duyuruyordu.

Doğrusunu söylemek gerekirse 27 Mayıs İhtilali, o yılların üniversite ve lise öğrencilerinin büyük bölümünde sanki memnuniyet yaratmıştı. 

 27 Mayıs 1960 sonrası, İsmet İnönü, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in başbakanlıklarında iktidarların değişim yılları birbirini kovaladı. 

1971 Yılının 12 Mart gününde Türkiye kötü bir gün daha yaşadı. 

Demokrasiye darbe yapılmış, genel kurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının verdikleri muhtıra sonunda, Demirel iktidardan uzaklaştırılmıştı. Nihat Erim Başbakanlığında yeni bir hükumet kuruldu. 

Türkiye'de daha da  kötü günler başlamıştı. Nihat Erim hükumeti anarşiyi bitirecek, ekonomik kalkınmayı sağlayacak ve demokrasinin gelişmesine katkıda bulunacak diye kurulmuştu.  Erim'in, Anayasada belirlenen reformları Atatürkçü bir düşünce planı ile yapacağı belirtiliyordu. 

Olmadı, belki de olması istenmedi..

''Balyoz'' söylemiyle başlayan uygulama iyi sonuçlar vermedi. Sıkıyönetim ilan edildi, evler arandı, ''Ziverbey'' işkence dönemi başlatıldı.

Bir kısım insanımızın tabiri ile demokrasimiz, zaman, zaman ekonomik ve demokratik özgürlükleri de içinde barındırıp kör topal vaziyette 1980 yılının 12 Eylül'üne kadar yürüdü. Bu uzun dönem içinde halkımızın yaşantıları elbette pek çok biçimde zorlu oldu, darbeler öncesi ve sonrası halkın bir bölümü uzun süre kötü günler yaşadı.

PATRONLARIN BAŞKANI 

Kötü günlerin sonu geecek diye yapıldığı ballandırılan bir 12 Eylül 1980 DARBESİ var ki, öncekilere rahmet okuttu. ''Töhmet altında kalmayalım diye bir sağdan bir soldan astık'' diyen bir numaralı darbe yapımcısı Kenan Evren, ''ben zengini severim'' diyen darbe Başbakanı Turgut Özal ve ''Şimdiye kadar onlar (işçiler) güldü biraz da biz gülelim'' diyen işveren sendikaları konfederasyonu patronlarının başkanı Halit Narin 12 Eylül'e bakışlarını böylece belli ettiler. 

Türkiye'ye karanlık bir dönem yaşattılar. DİSK'İ kapattılar, yöneticilerini hapse attılar yıllarca hapis damlarında  tuttular. Onbinlerce işçiyi suçsuz yere çeşitli bahanelerle işten çıkardılar. Bir daha işe giremesin diye listeler hazırladılar. Toplu iş sözleşmeleri ile elde ettikleri  kazanımlarını budadılar. İkramiye kıdem tazminatı gibi çok önemli hakları ellerinden alındı. Emek kesiminin büyük bir bölümüne bu karanlık kokuşmuş dönemde akla hayale gelmeyecek kötülüklerin hepsini yaşattılar. 

Demek istemem şu ki, çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemlerimde darbelerin hemen hepsini gördüm ve o dönemleri yaşadım. Hepsinde de sonuç itibari ile gerek sendikal işleyiş, gerek siyasi durum gerekse ekonomik sebeplerle, emek kesiminin, özellikle de işçilerin daha çok hak kayıplarına uğradığı su götürmez bir gerçektir. Bu bakımdan işçiler patronlardan alacaklı..

15 Eylül 2023 Cuma

KENAN EVRAN TURGUT ÖZAL VE DEMİREL

 

BU GÜN 12 EYLÜL 1980

1980 Yılının 12 Eylül'ünde yapılan ve başta işçiler olmak üzere halkımızın önemli bir bölümünün üzerinden silindir gibi geçildiği kara günlerin bilmem kaçıncı yıldönümü... 

Faşist zihniyetli kafaların kendilerini, kendileri tarafından göreve getirdikleri asla unutulmayacak kötü bir günün yıl dönümlerinden biri..

Asmayalım da besleyelim mi diyerek12 Eylül memnuniyetlerini belli eden, uygulamayı daha erken yapacaktık ama şartların olgunlaşmasını bekledik diyen darbeci general Evran, kahkaha atacağı günleri dört gözle bekleyen biraz da biz gülelim diyen sanayici Narin ve ben zengini severim diyen patronların gözde siyasetçisi Özal. 

Ne yazıktır ki bu üç şahsiyetin belirttikleri düşünceler,1980 faşist darbesi hakkında çok şey ifade ediyor. Bunların döneminde işçilerin toplu sözleşmelerle elde ettikleri  kazanılmış hakları birer, birer ortadan kaldırıldı. Bu uygulama konusunda Özal, *MESS danışmanlığı daha sonra ise MESS başkanlığı süresinde ihtisas gördüğü için hazırlıklıydı zaten. 

 T. MADEN-İŞ Sendikası 6. Bölge Başkanlığım döneminde Özal'ı çok iyi tanıyordum. Müdürlük koltuğuna oturduğu zaman başarılı, kârlı 700 işçinin çalıştığı bir Elektrometal Fabrikası vardı. Özal'ın müdürlüğü sırasında Metalurji dalında faaliyette bulunan Elektrometal Fabrikası kısa bir zaman zarfında batma noktasına getirildi. İnatlaşarak sendikayı greve zorladı. Fabrikaya Türkiyenin en uzun grevlerinden birini yaşattı. Bu zaman zarfında Özal işsiz kalmadı, iyi maaşla *MESS işveren sendikasının danışmanlığını yapmaya devam etti.

ÖZGÜR SENDİKACILIGA SET

İşçi sınıfının devrimci sendikalarını, başta DİSK olmak üzere tayin ettikleri kayyımlara yönettirdiler. Yöneticilerini uzun süre hapiste tuttular. Adeta gerçek sendikacılıktan intikam aldılar. 

Yasalarda yaptıkları değişikliklerle özgür sendikacılığın önüne set çektiler. 

Bu gün, işçi sınıfının, emekçinin, emeklinin sıkıntılı durumda olması, asgari ücretin sadaka verir gibi uygulanması, elbette emek mücadelesinin geriletilmesi sonucudur.

Bu durum böyle devam etmez. 
Etmemelidir...
Umutsuzluğa düşülemez, umutsuzluk işçi sınıfına yakışmaz.  
Zor durumlardan kurtulmanın yollarından birisi de emekçilerin gerçek sendikalarda örgütlenmeleridir.  

Özal'ın12 Eylül öncesi ağabeyim diyerek yanından ayrılmadığı Süleyman Demirel, 12 Eylül sonrası Özal için neler söylemiş. 

  İndependent Türkçe  9 Kasım 2019  Mehmet Mazlum Çelik yazısından... 

''Bu zatı yeniden sahneye çıkarmakla vicdan azabı çekiyorum. Sadece bu olan bitene  değil; tıynete, karakter yapısına baktıkça...977’de seçilememiş bir adamın 1983’te Başbakan yapılması... 

Hak etmediği bir şeyin üstünde duruyorGücümün yettiği her yerde kendisini korumuşumdur. 1965’ten 1980’e, 12 Eylüle kadar devlette her yere ben getirdim onu1979 sonrası 3 Aralık’ta göreve çağırmasam kim tanıyacaktı?1980 öncesi bütün kadrolarını biçmiş 12 Eylül kadroları.

Tesadüflerin getirdiği bir kişi.''

*Metal Sanayicileri Sendikası(Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası)

12 Eylül 2023 Salı

SENDİKAL ÖRGÜTLENME VE İDEALİZM

Sendikacılıkta ana ilke elbette örgütlenmektir. Örgütlenme bir sendikanın ilk ve öz çalışmasıdır. Örgütlenebiliyorsan var olduğunun farkındasındır. Yer yüzünde ve atmosferde yer kapladığının varlığını hissedersin.

Ne kadar üyen varsa o kadar ayaktasın. Dik durabilirsin hatta yeri geldiği zaman diklenebilirsin. Sayısal olarak gerekli çoğunluğu sağlayamamışsan ayakta duramazsın. Ya da uygun olmayan payandalarla durursun o zaman da gerçek sendikacı değilsin...

Eğer gerçek sendikacılık yapacaksan eğitimli bir taban gerekir. Bu yetmez, sayısal olarak artan eğitimli bir tabana sahip olacaksın. 

Ukalalık yapmış olmak istemem ama nicel ve nitel bakımdan büyüyemiyorsan idealiniz ne olursa olsun gerçek sendikacılığa ulaşamazsın. Bunlara sahip değilseniz ve gerçek sendikacılık yapacaksanız(yapıyorsanız) kendinizi sorgulamanız gerekir.

Günümüzde sendikal örgütlenme elbette kolay değil ama gerçek ve devrimci işçi sendika yöneticileri en olumsuz koşullarda bile örgütlenebilmek için çıkış yolu arayıp bulmalıdır. İlerideki günlerde belki bu konuları daha uzun ve yol açarak tartışabiliriz. Kuşkusuz bir, bir daha eder iki. ''Bir elin nesi var iki elin sesi var.''

Cumhuriyet Gazetesinin emektarı değerli Gazeteci Şükran Soner bir yazısında benden de bahsetmiş. 

Bir göz atalım mı?

.Şükran Soner 

Şükran Sonersoner@cumhuriyet.com.tr

Direnişlerden 15  16 Haziranlardan bugünlere...

Hüseyin Ekinci, eski DİSK-Türkiye Maden-İş yöneticisi. 1960’lardan günümüze ülkemiz emek tarihi içinde yaşanmışlıkların üst yönetim kadro, sorumlulukları içinde olmuş tek tanığı olmalı. Kuşkusuz her dönemi özgü çok daha doğrudan etkin tanıklıkları yaşayanlardan birçok ismi birden saymak olanaklı. Ancak bütünsellik içinde tanık bulmak çok zor. Özel sağlık sorunları, yaşamının çok acılı günlerine karşın sorumluluk duygusu ile pandemi döneminin “Üç kuşaktan tanıklıklar” söyleşimize katıldığı gibi, Cumhuriyet TV’nin, Cumhuriyet’ten Tanıklıklar söyleşisinin son konuğu olmaya da “Hayır” diyemedi.

Tabii ki Eyüp bölgesinde önemli bir maden işletmesine lise mezunu olarak işe alındığı günlerden başladık. DİSK’in, Türkiye Maden-İş’in efsane başkanı Kemal Türkler’in döneminde Eyüp bölgesindeki işçi örgütlenmelerinin ilk yılları. İşyerlerinin sarı sendikalar ile sözleşmelerinin geçerli olduğu yıllar.

 Ancak Türkiye Maden-İş, üretim düşmanlığı yapmadan sendikalaşmada büyümekte iddialı. İşverenler öncelikli sarı sendikalarla ucuz ücretli işçi çalıştırmada dirençli. DİSK, Türkiye Maden-İş çatıları altındaki örgütlenmelerde ise kaliteli, yüksek verimlilikli üretim değerleri ile yola çıkılıyor. Sonuçta işverenler işyerlerinin içinde yapmak zorunda kaldıkları yoklamalarla, zorlandıkları sözleşmeleri imzalamaktan kazançlı çıkıyorlar. İş barışının tek çıkış yolu bu...

Bugünlerden bakıp anlamak, inanmak biraz zor olacaksa da devrimci sendikacılık çatısı altına girmiş işyerlerinde işçiler, gençlerle kadınlar da olmak üzere ayrı ayrı örgütlenmeler içinde toplanıyorlar. Hüseyin Ekinci de önce işyerinin, sonra Eyüp bölgesinin, İstanbul’un derken Türkiye’nin en üst düzeyler örgütlenmeleri görevlerinde hızla sıçramalar yaşıyor. Her iki çatı altında birden ülke çapında örgütlenmelerin sorumluluklarını üstlenenlerin ön saflarında görevden göreve koşarken yüksek öğrenimini de tamamlamaktan vazgeçmiyor.

15-16 Haziran’ın, DİSK’in kapatılması kararına karşı büyük direnişin DİSK’in Merter’deki büyük salonunda, inanamayabilirsiniz ancak DİSK’e bağlı sendikaların işyerlerinden, tabandan başlayan yöneticilerinden en yukarıdaki sorumlu yönetici, başkanlarına herkes oradaydı. 

Ekinci yönetici sorumluluklarıyla, bendeniz gazeteci izleyici olarak. Kararlar alınırken oybirliği ile yapılan oylama sonunda, “İşçinin üretimden gelen gücünü, işyerine zarar vermeden yapması eyleminin” sonuç oylamasına göre, fabrikaların içinde üretimin, makinelerin zarar görmemesi için gerekli nöbetçi çalışanların olması da düşünülmüştü.

İşçiler sokaklara çıkıp İstanbul’un merkezlerine doğru yapacakları eylemlerde, eksiksiz, yalansız dertlerini anlatan sloganların afişleri ellerinde, dillerinde slogan, türküleriyle yürüyecek, direneceklerdi. Eylemlerinde onlardan gelebilecek şiddet söz konusu bile değildi. Aksine örnek, kanıtlar günümüze kadar üretilebilmiş değil. Sıkıyönetim ilanı, DİSK’in yönetim kadrolarının tutuklanmaları sonrası, kritik işyerleri başta panzerlerin kuşatmasında, barışçı çözüm önerilerinin işçi yöneticilerinin kararları ile oluşmasının da yakın tanıklığı tek tek her direniş eylemleri üzerinden süresiz yaşanıldı da...

Çok tanıklı 12 Eylül darbesi provokasyonlarına doğru yürünen 1 Mayıslar, Alevilerin yaşadığı merkezlere yapılan kanlı, çok ölümlü saldırıları da paylaşmaya yerimiz yok. Ancak 14 Mart, İstanbul Üniversitesi önü bombalı katilamı dayanışmasında, görev sorumluluğunu (DİSK adına) alan Hüseyin Ekinci ile o tarihlerde üniversite mezunu da olmuş kimliğiyle karşılaşmıştık. Yeniden kan akıtılmadan cenazelerin çıkartılmasındaki kaygılar bilincime kazılmış.

İnanmayabilirsiniz ancak izlerseniz Hüseyin Ekinci’nin günümüzde de DİSK, sendikaları öncülüğünde emeğin, solun birlikteliğinde alınacak yoldan umutlu. Düş kuracak kadar amatör olması söz konusu değilken içindeki umudun özünde, emeğin günümüzde yüz yüze kaldığı yaşam güçlüklerinin yol göstericiliğinde arıyor. İşyeri, sabırla, emekle yürürecek yollarda, o dönemlerde de yaşanıp görüldüğü üzere, parasını, gücünü üretime yatırmış, eğitimli, kültürlü işverenlerin kendileri için de tek çıkış yolundan kaçamayacaklarına güveni var.