İstanbul'da Haliç'in her iki yakası ile, Silahtarağa ve Alibeyköy altmışlı yıllarda bir sanayi bölgesi durumunda...
İrili ufaklı bir çok döküm fabrikası ve atölyesi, demir çekme (haddehane), çivi, tel çekme fabrikaları belirli aralıklarla yan yana kurulmuş, durmadan gece gündüz üretim yapıyorlar.
Eyüp, Alibeyköy arasında ise, daha çok tekstil, lastik ayakkabı, çeltik(pirinç)ve tuğla fabrikası faaliyet gösteriyor.
Bu fabrikalar arasında metal iş kolunda üretim yapan TERNAL Limited şirketi de yer almaktadır. Yüzelli civarında işçinin çalıştığı fabrikada, PRESTCOLD marka buzdolabı üretiliyor.
Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Ahmet ÖZCAN adında bir iş adamı.
Bölgede bu fabrikadan başka, buzdolabı üreten iki fabrika daha var.
1971 Yılı, Ortam Dergisinde yayınlanan bir reklam
ŞUBE GENEL KURULU
1965 Yılında 23 yaşında iken Silahtarağa Merkez Şube Başkanlığına seçildim. Eyüp'te büyük bir salonda yapılan genel kurula, Rabak Bakır Fabrikası'nın sendika işyeri temsilcisi ve şube delegesi olarak katılmıştım. Sendikamızın, (Türkiye Maden-İş) Genel Başkanı Kemal Türkler ve Genel Yürütme Kurulu üyelerinin tamamı da genel kurulda idiler.
Genel Başkan Kemal Türkler'in bu genel kurulda yaptığı konuşma, delegeleri ve beni de oldukça etkilemişti. Sendikaların varlığı, örgütlenmesi, sermayedarlar karşısında işçilerin, emeklerinin karşılığını alabilmeleri için yapılacak çalışmaları hepimizin anlayacağı biçimde çok güzel anlatmıştı.
Genel Kurul, gündem gereği çalışmalarını yürütüyorken, divan başkanı bir an "şube başkanlığı adaylığı için iki aday bulunuyor" dedi. İlk adayın adı soyadı ve işyeri okundu, arkadaşları tarafından yeterli imza ile şube başkanlığına aday gösterildiği anlatıldı. "Diğer adayı ise, Rabak Bakır Fabrikası delegeleri gösteriyor, yeterli imzalar mevcuttur", dendikten sonra, adım ve soyadım okundu.
Benim aklımda, aday olmak gibi bir düşünce yok. Arkadaşlarımın böyle bir düşüncede olduklarını da bilmiyorum.
Ne yapacağımı bilemedim.
Çok heyecanlandım...
Hani bazen,"sanki başımdan kaynar sular döküldü" derler ya, işte öyle.
Kızarıp, bozardığımı hissettim.
Kendimi sendikal çalışma yapmaya, tecrübemin de, bilgimin de yeterli olmadığını düşünüyordum.
Divan başkanı, adaylara söz vereceğini belirtti ve Estaş Fabrikasında çalışan Zeki isimli başkan adayını konuşma yapmak üzere kürsüye davet etti.
İlk aday konuşmasını yaparken ben, aday olmadığımı, gerekli bilgi ve birikimimin başkanlık yapmaya yeterli olmadığını düşünüyor, içimden nasıl söylemem gerektiğini ezberlemeye çalışıyordum.
Konuşma yapmak üzere kürsüye davet edildim. Arkadaşlarımın bana gösterdikleri güvene teşekkür ettim, ve başkanlık için yeterli tecrübemin olmadığını, ayrıca okuduğumu ve üniversiteyi bitirmek istediğimi söyledim.
Delegelerden birisi," tamam anladık kongre tek adayla devam etmesin adaylığını geri çekme" dedi. Divan başkanı ise durum anlaşılmıştır, şube başkanlığı için iki aday vardır, "seçime geçiyoruz"dedi ve seçim sandığının getirilmesini istedi.
Divan başkanı oy sayım komisyonu oluşturdu. Oylamaya geçildi, gizli oy ve açık sayım sonucunda yapılan seçimleri benim kazandığım açıklandı.
Seçimleri ben kazanmıştım...
Ben kazanmıştım diyorum ama, o gün bir hayli acabalar, yine aklımdan hiç çıkmayan becerebilme düşüncesi ve sonucunda uzun korkular yaşamıştım.
Bu arada zaman, zaman kısa da olsa seçim kazanmak insana zafer duyguları yaşatıyor gibi oluyordu.
Sözün kısası bir çok gelgitler yaşayan ben, şube başkanı olmuş, profesyonel sendikacılar kervanına katılmıştım...
Sendika şube başkanı seçildiğim bu genel kurulda, ana tüzük gereği dört kişi de yönetim kurulu üyesi seçilmişti. Yapacakları ilk şube yönetim kurulu toplantısında, kendi aralarında bir şube başkan vekili, bir sekreter ve bir de muhasip üye seçmeleri gerekiyor..
İKRAMİYELER ÖDENMİYOR
Başkanlık koltuğuna oturdum, kendime göre program yapmayı düşünüyorum. Şube Organizatörü Mustafa Demirci'den bilgiler almaya başladım. Yönetim Kurulunu toplayacağım tarihi belirlemeye çalışırken, içeriye uzunca boylu otuz yaşlarında birisi girdi.
Gelenin Ternal işyeri sendika baş temsilcisi olduğunu öğrendim.Toplu sözleşmede kararlaştırılan ikramiyelerin, ödeme tarihleri üç ay geçmesine rağmen ödenmediğini belirtti. "Sendikamız buna bir çare bulsun, işçiler olarak zor durumdayız" dedi.
Fabrika, işveren, üretim ve diğer birkaç konuda baş temsilciden bilgiler aldım.
Konuyu inceliyeceğimi ve en kısa zamanda bu işin çözümü için gereken girişimleri yapacağımı belirttim.
ACEMİ BAŞKAN
Gerekli araştırmaları yapmak üzere toplu sözleşmeyi okudum. Sendikanın avukatı ile görüştüm. Kendime göre bir müzakere yolu ve sistemi oluşturmaya çalışıyorum. Durum pek parlak gözükmüyor.
Fabrika yetkilileri ile görüşmek üzere randevu alındı. Görüşmelerin sebebi ise yeni başkanın fabrika ziyareti olarak gösterildi.
Kararlaştırdığımız gün ve saatte, organizatör Mustafa Demirci ile birlikte fabrikaya gittik. Kapıdaki görevli Ahmet Bey'in ikinci katta bulunan odasında, bizi beklediğini belirtti.
Ahmet Bey bizi iyi karşıladı, yeni görevimde başarılar diledi. Ziyaretimizin asıl sebebini belirtmek üzere konuşmaya başlamadan önce, sendika baştemsilcisinin de çağrılmasını rica ettim.
Baştemsilci geldikten sonra konuya geçtim ve işçilere toplu sözleşmede kararlaştırılan ikramiyelerin üç ay geçmesine rağmen ödenmediğini ve ödeme işleminin derhal yapılması gerektiğini belirttim.
Fabrika büyük ortağı ve Genel Müdür'ü Ahmet Bey, sakin bir tavırla çok sıkıntılı günler geçirdiğini, imkân bulunduğunda ödemelerin yapılacağını söyledi.
Ham madde ve nakit sıkıntısı çektiğini, alacaklarını tahsil edemediğine dair bir çok şey söyleyerek konuşmasını sürdürüyordu.
O, konuşmaya devam ediyordu ama ben dinleyemiyor, vereceğim cevapları düşünüyordum.
Tecrübe eksikliği, bilgi noksanlığı nedeni ile aklıma yatan uygun bir cevap oluşturamıyordum...
Ahmet Bey güzel cümleler kuruyor, konuşurken sağa sola yukarılara bakıyor el ve mimikleriyle konuşmasını pekiştirerek sürdürüyordu. Belli ki iyi eğitim görmüştü. Buna ilaveten iş hayatındaki tecrübesi ona, kendisine olan güveni artırıyordu.
Sendika baştemsilcimiz ise gözünü gözüme dikmiş öylece duruyor, vereceğim cevabı bekliyordu.
Düşündüm, imkân bulunca sözü, Nasrettin Hocanın borcunu nasıl ödeyeceğine ilişkin cevabını getirdi aklıma.
Hani koyunlar otlarken, yünleri çalılara takılacak, hoca onları toplayacak biriktirecek sonra pazara götürüp satacak ve borcunu öyle ödeyecekmiş.(!)
İşte imkân bulma meselesi belirsizliğin devamından başka bir şey değildi.
İmkân bulunca...
İmkân bulununca...
İmkân ne zaman bulunacak?
Şartlar ne vakit oluşacak?
İKRAMİYELER BUZDOLABINDA
Ahmet Bey "nerede oturuyorsunuz" diye sordum.
Lüks bir semt ismi söylemişti.
Ahmet Bey "üç ay önce nerede oturuyordunuz"diye sormuş ve yine aynı semt cevabını almıştım.
"Bakın Ahmet Bey, sıkıntılı günler geçirdiğinizi ve ikramiyelerin bu nedenle ödenmediğini belirttiniz, görülüyor ki buzdolabı yapan bu firmada ikramiyeler buzdolabına girmiş, Size göre buzdolabından
ne zaman çıkacağı da belli değil."
"Söylediğiniz sıkıntılı günler size, sizin eve, dolayısı ile oturduğunuz semte hiç uğramamış, yaşantınızda da bir değişiklik olmamış."
"Halbuki işçilerin evlerindeki sıkıntılar çok daha derinleşti. Ben anlattıklarınızı mazeret olarak kabul etmiyorum, ikramiyeler derhal ödenmelidir, aksi halde bu işin sonu iyi olmaz" diyerek ziyareti sonlandırdım.
Ahmet Bey hiç cevap vermedi, öylece suratıma baktı, baktı...
Sanki, "yaşın daha çok küçük, cevabın çok kaba ama ben bu durumu genç ve tecrübesizliğine veriyorum(!)"der gibiydi.
BAŞKAN DEDİĞİN BÖYLE OLUR
İki gün sonra Şubede çalışıyorum, kapı vuruldu, girin diye seslendim.
On oniki civarında işçi birlikte odaya girdiler.
İçlerinden biri "başkan öğlen paydosunda sizi tebrik etmeye geldik"dedi.
"Patronun ağzının payını vermişsiniz helal olsun başkan dediğin işte böyle olur."diye konuşmaya başladı. On onbeş dakika konuştuk, daha sonra bize müsaade diyerek kalktılar.
Gururlanmıştım...
On gün kadar, işçilerden ses çıkmadı. Fabrikaya telefon ettim. Sendika işyeri baştemsilcisinden ikramiyeler konusunda bir gelişme olup olmadığını öğrendim.
Ertesi gün öğleden sonra fabrikadaydım.
"Ahmet Bey ikramiyeleri ödememişsiniz, bu böyle olmaz" diyerek konuşmaya başladım ve iki üç saat kadar konuşmamız devam etti. Akşam olmuş ve işçi paydos zili çalmıştı. Ahmet Bey masasının üzerini toparladı, askıda duran paltosuna bakmaya başladı. "Ahmet Bey paltoya hiç bakmayın konuşmamız lazım, ve bu işi halletmemiz gerekiyor." dediğimde fabrikada ben, organizatörüm, iki işyeri temsilcisi ve bir de Ahmet Bey kalmıştı.
İki saat kadar daha konuşmaya devam ettik. Zaman, zaman konuşmamızın şekli değişiyordu.
Ahmet Bey "evden beklerler çıkmam lazım" dediğinde "evde telefonunuz vardır sizin, haber verip toplantıda olduğunuzu söylersiniz."
*"Biz alışkınız telefonumuz da yok ki haber verelim." dedim.
Konuşmalar devam ediyorken, bir ara Ahmet Bey'in huzursuzlanmaya başladığını hissettim. Belli ki sıkılmıştı.
"Sizinle yarın bir daha görüşelim" dedi. "Ahmet Bey bugünle yarının bir farkı yok, bu gün bu işi bitirelim"dedim.
Ahmet Bey "Ama mali durumu tam olarak bilmiyorum ne konuşacağız, neyi konuşacağız şu an tam bilgi sahibi değilim"dedi.
Yarım saat daha sürdü konuşmalarımız.
Vakit çok geç oldu ama anlaşma protokolünü imzaladık.
İki gün sonra işçilere ikramiyelerin onbeş günlük tutarının ödenmesi, ondan bir hafta sonra da kalan miktarın ödenmesinde mutabakata varmıştık. Protokolda belirtilen tarihlerde ikramiyeler ödendi.
*Doğrusu bu görüşmeden sekiz yıl sonra ev telefonum olmuştu. O yıllarda telefon istekleri sıraya konuluyordu.
Ben onu bunu bilmem Ahmet Beyler ve arkadaşları öyle bir buzdolabı yapmışlar ki otuz yedi senedir kullanıyorum hiç bir tamir görmede hala calisiyor ellerini ayaklarına sağlık ölenlere rahmet kalanlara sağlık dilerim yolları açık olsun
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
Sil