FARUK PEKİN YAZIYOR
Bugün 21 Aralık. 25 yıl önce sevgili Başkanımız, mücadale arkadaşım, dostum Abdullah Baştürk’ü yitirmiştik.
Bugün onu mezarı başında andık. Onun için bugünkü Cumhuriyet gazetesinde bir yazı yazdım.
Bugün 21 Aralık. 25 yıl önce sevgili Başkanımız, mücadale arkadaşım, dostum Abdullah Baştürk’ü yitirmiştik.
Bugün onu mezarı başında andık. Onun için bugünkü Cumhuriyet gazetesinde bir yazı yazdım.
ÇEYREK ASIR SONRA
ABDULLAH BAŞTÜRK’Ü ANARKEN
ABDULLAH BAŞTÜRK’Ü ANARKEN
DİSK’in ikinci Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ü 21
Aralık 1991 günü yitirmiştik. 25. Ölüm yıldönümünde onu sevgiyle, saygıyla,
özlemle anıyoruz.
Genel-İş Sendikası eski Genel Başkanı, Uluslararası
Kamu Çalışanları Feder-asyonu PSI Yönetim Kurulu eski üyesi, Avrupa Sendikalar
Konfederasyonu ASK/ETUC Yönetim Kurulu eski üyesi, üç dönem milletvekili,
Halkın Emek Partisi (HEP) kurucusu Abdullah Baştürk’ün eksikliğini 25 yıldır
acı bir biçimde yaşıyoruz.
Türkiye sendikacılık hareketine değerli katkılarından
sonra, Türkiye işçi sınıfının demokrasi, özgürlükler ve sendikal haklar
savaşımına daha da önemli katkılar sağlayacağı bir dönemde kendisini yitirdik.
Orta öğrenimini tamamlayamadan işçilik hayatına atılan
Baştürk daha genç yaşlarda örgütçülüğünü kanıtladı. Genel-İş Sendikası bir
yerde onun ürünüydü. Yaklaşık otuz yılda, binlerden başlayan bir sendikal
yapıyı yüzbinlerin üstüne taşıdı. O dönemin belediye başkanlarına sendika
gerçeğini öğretti. Belediye işçileri işyerlerinde onunla kimlik kazandı,
saygınlık gördü, farklı olanı yaşadı.
Türk-İş’te bugünlere kadar yansıyan muhalefetin en
önemli unsurlarındandı. Bu muhalefetin ilkelerini belirleyen Dörtler Raporu,
Onikiler Raporu, aynı zamanda Türkiye’deki sendikal mücadele sürecinin önemli
noktalarını sergiliyordu.
Türk-İş’teki uzun muhalefet yıllarından sonuç
alamayınca, mücadelesini DİSK ile bütünleştirdi. 27 Aralık 1980’de DİSK’in 5.
Genel Kurulu’nda DİSK Genel Başkanlığına seçildi. 16 Mart 1978’de İstanbul
Üniversitesi’ndeki faşist katliam üzerine ilk kez Türkiye’de 2 saatlik bir
“genel grev”i başlatan oydu. 1 Mayıs 1977 katliamının getirdiği yılgınlık, 1
Mayıs 1978’de onunla aşıldı. Tutukluluğu ilk kez 1961’de Balmumcu’da yaşamıştı.
Ardından 1 Mayıs 1979 ve 1 Mayıs 1980 tutuklulukları geldi.
12 Eylül darbesinin ilk hedefi DİSK ve Abdullah
Baştürk oldu. Ama gözlerinde korkunun zerresini göremediler. İşkence yaptılar.
Horlamak istediler. O, inatçı ve bilge duruşuyla dimdik ayakta durdu. Geriye
adım atmadı. Arkadaşlarını kucaklayarak yoluna devam etti.
Davutpaşa ve Metris hapishanelerini gördü. Direttiği
için, “evet, işkence yaptınız” dediği için, mahkemede askeri hakimi reddettiği
için, Sultanahmet ve Metris cezaevlerinin hücrelerini de yaşadı.
Daha darbeden birkaç ay sonra, yılgınlığın kol gezdiği
bir ortamda, Sıkıyönetim yargılamasından önce, Bakırköy’de görülen “DİSK’i
Kapatma Davası” sırasında tok bir sesle darbenin hukuk dışılığını tüm dünyaya
ilan ediyor, “zaman DİSK’i ve bizleri haklı çıkaracaktır” diyordu.
İdamla yargılandığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesindeki Sorgusu
dünyanın gelmiş geçmiş en uzun sorgularından biri olarak 109 günde 21 celsede
tamamlandı. Savunması okuması 7 celse sürdü.
DİSK Davası sırasındaki kararlı tavrıyla halkımızın ve
dünya halklarının saygısını kazandı. DİSK Davası’nda yaptığı savunma kitaplaştırılıp
Yargı Önünde Savunma adıyla basıldı (Cumhuriyet, Çağdaş yayınları). PSI
tarafından İngilizceye çevrilerek tüm dünyaya dağıtıldı.
Abdullah Baştürk 12 Eylül öncesinde Türkiye’de ve
uluslararası sendikal ha-rekette bilinen bir kişilikti. Ama onu asıl “büyük”
kılan, 12 Eylül hücrelerindeki, hapishanelerindeki, mahkemelerindeki tavrı
oldu.
Mahkemede yalnızca kendi dönemine değil, alınmasından
sorumlu olmadığı kararlara da, kaleme alınmalarından haberli olmadığı yayınlara
da sahip çıktı. Korkarak yurt dışına kaçan sendikacılara hiçbir gönderme
yapmadan DİSK’in tüm geçmişinden sorumluymuş gibi DİSK’i sahiplenerek, DİSK’e
ait ne varsa tek tek savundu.
Önceleri uluslararası düzeyde belli bir tanınmışlığı
vardı. Ancak 12 Eylül son-rasında DİSK Davasındaki savunması, tutarlı ve
kararlı tavrıyla Batı’da devleşti. Bazı yabancı sendikacılar 1985 yılında onu
Lech Welesa ile bir tutuyor Nobel Barış Ödülüne aday göstermek istiyorlardı.
1987 yılında İsveç Sendikal Hareketi’nin verdiği “Özgürlük Ödülü” ile Mandela’dan
sonra ödüllendirilen ikinci kişi oldu.
1978 başından itibaren 14 yıl boyunca Abdullah
Baştürk’ün en yakınında olan kişilerden biriyim. Bu süre içinde onun
danışmanlığını yaptım, tüm konuşma-larını, demeçlerini, savunmasını hazırladım.
Yurt dışında yıllarca çevirmenliğinde bulundum.
Hayatta hiçbir şeyi zor görmedi. Engel tanımadı. En
zor anlarda meşhur deyişiyle “goley” (yani kolay) derdi. Yürür giderdi. Zamanın
askeri savcısı daha ilk günlerde “idam edileceksiniz” deyince kendisine “siz
benim ancak ceketimi asarsınız” demişti.
İşçi sınıfının kurtuluşunun siyasi mücadeleyle olacağına, bu mücadelenin de bağımsız bir sınıf partisiyle ve işçi sınıfı ideolojisiyle yapılacağına inanıyor-du.Vizyonu, gelecek sezgisi, siyasi feraseti olağanüstüydü.
İşçi sınıfının kurtuluşunun siyasi mücadeleyle olacağına, bu mücadelenin de bağımsız bir sınıf partisiyle ve işçi sınıfı ideolojisiyle yapılacağına inanıyor-du.Vizyonu, gelecek sezgisi, siyasi feraseti olağanüstüydü.
“Beşer nisyan ile maluldür” derler. Zaman geçince
unutulur. DİSKlilerle birlikte hapis yattığım ve hapishanedeki DİSK Davası
Savunması mimarlarından biri olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki, o
olmasaydı, DİSK Davası bu düzeyiyle sona ermezdi. DİSK Davası’nın kaderini
belirleyen ilk 21 celse kahramanca savaştı. Tüm DİSK’e sahip çıkarak, hiçbir
şeyi inkar etmeden, dobra dobra ko-nuşarak, zaman zaman ince alaylara
girişerek.
Birlikteki son altı ayımız DİSK’in yeniden inşaasını,
tıkanan sendikacılığı aşma yöntemlerini tartışmakla geçmişti. Ayazağa’ya
taşınma, şeffaf sendikacılık, çağdaş yardımlaşma sandıkları, araştırma
enstitüleri, işçi okulları, hatta işçi ün-iversitesi, DİSK Vakfı, DİSK Radyosu,
genç işçilerin ve de özellikle emeklilerin sorunlarını aşma, yeni toplu
sözleşme görüşme yöntemleri geliştirme…Beyin kanaması geçirmesinden birkaç gün
önce arkadaşlarımızla birlikte içki içerken de bu konular gündemimizdi.
İşçilikten gelme bir işçi lideriydi. Sendikacı ve
siyasetçi kişiliğinin ötesinde önce-likle güzel bir insandı. Sendikacılık
dünyasında bir bilge kişiydi. Özellikle 12 Eylül sonrasında yaşadığı ihanetleri
bu bilge kişiliğiyle aştı. Onda karamsarlığa yer yoktu. Her zaman pozitif
enerjiyle doluydu. Çevresinde gördüğü karamsarlara söylediği söz “güzel bak, güzel”
olurdu. Onca yoğun işler arasında her zaman ailesiyle, dostlarıyla paylaşacak,
dostlarının sorunlarını çözmeye ayıracak bir zaman bulurdu.
1991 sonrasında, genel olarak her alandaki
küreselleşme, neo-liberalizm yak-laşımları, kamunun tasfiyesi, özelleştirmeler,
sosyal devletin daraltılması… gibi olumsuzlukları yaşayan dünya koşullarında ve
ihracata dönük birikim modelinin zorunlu kıldığı sendikasızlaştırma, düşük
ücret, yedek işçiler ordusunu ve kayıt dışı istihdamı genişletme, işçilerde
sınıf bilincinin doğmasını engelleyecek yoğun ideolojik saldırı uygulamalarını
içeren Türkiye koşullarında DİSK yöneticileri ne yazık ki gerekli “yeniden
yapılanma”yı gerçekleştiremediler.
İşçilere yönelik her türlü saldırının artırıldığı,
herkesin susturulmak istendiği, gazetecilerin bile hapse atıldığı günümüz
koşullarında Abdullah Baştürk’ün vizyonu, kararlı, direnişçi, mücadeleci tavrı
hala işçilere, DİSK yöneticilerine yol gösterebilir.
Bugün adı “Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı
Ödülleri”nde yaşıyor.
FARUK PEKİN, DİSK Genel Başkanlığı eski Baş Danışmanı
(21 Aralık 2016 / Cumhuriyet Gazetesi)
(21 Aralık 2016 / Cumhuriyet Gazetesi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder