1 Nisan 2025 Salı

SENDİKAL HAFIZA

PARILDAYAN YILLAR

Ülke Sendikacılığımızın işçi lehine parıldadığı dönemler, zaman itibariyle şüphesiz 1970 li yıllardır.  İşçi sınıfının sendikal bazda örgütlenme çalışmalarını ileri seviyelere taşıyabildiği daha çok bu yıllarda görülür. Fikirsel ve eylemsel düzeyde işverenlere karşı gerek temsil, gerekse demokratik haklarının kullanılması bakımından kendine güven duygusunun da en fazla bu yıllarda yeşerip geliştiği gözlenmektedir. İşçiler donanımlı kadrolarla, mali ve hukuki bazda sendikalarını kurumsallaştırabildikleri takdirde, işverenlere karşı dik durabilmeyi daha çok bu dönemlerde başarabildiler.

Ben Zengini Severim
''Ben Zengini Severim!''
Örgütlenme, hukuksal çalışma, toplu sözleşme, grev ve demokratik yollarla yapılan eylem ve direnişlerin daha çok bu dönemde başarıldığı görülüyor. Kenan Evran veTurgut Özal'ın 80 sonrası  ''işçiler benim kadar maaş alıyor'', ''ben zengini severim'' şeklindeki demeç ve söylemleri konuyu ayna gibi karşımıza çıkarıyor..  Seyretmek ve düşünmek için sosyal medya, yazılı basın arşivleri, kitap, yurtsever emek ve emekçi yandaşı insanların hafızalarında kayıtlı!..

İşçilerin sendikal örgütlenmeye rağbet etmeleri, düşünsel olarak birlik olmak, birleşerek daha güçlü oluruz anlayışının pratiğe yansımasında elbette DİSK'İN kurucusu ve efsane genel Başkanı Kemal Türkler'in çok önemli payı var. Bu konunun da işçi sınıfının bilinçli bireylerinin hafızalarında kayıtlı olduğu su götürmez bir gerçek.

Hafızasına sendikal konuları hıfzedenlerden önemli birisi de Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Şükran Soner'dir. Şükran Soner'in yazdığı '' İşçiyim Haksızım'' kitabından Türkler'le ilgili küçük bir alıntı..

MİTİNG KALABALIĞINA  ALDANDIM

Düşmanları tarafından da Türk sendikacılık hareketinin en önemli liderlerinden biri olarak kabul edilen Kemal Türkler ile öldürülmeden önce yapabildiğimiz son özel görüşmeydi. DİSK başkanlığından düşürülüşünün üstünden bir genel kurul daha geçmişti. Maden-İş'te çok fazla sözünün dinlendiği söylenemezdi. 
DİSK'in, hele de Maden-İş'in kurulup gelişmesinde, halk deyimiyle tırnakları, dişi ile katkısı olduğu herkesçe kabul edildiği, işçi tarafından ne kadar çok sevildiği bilindiği içindir ki Maden-İş başkanlığından uzaklaştırılması göze alınamıyordu. DİSK başkanlığından düşürülmesiyle noktalanan, DİSK'te iki başlı yönetim doğduğu tarihlerde "neden böyle oldu?" sorusuna özel dostluk içinde yanıt verirken, "lokomotif koptu, vagonlar yolun eğilimine göre sürükleniyor. Olanlar beni aştı deyip durmuştu. Ne demek istediğini pek anlayamadığım için, DİSK'in 2. Ören toplantısı, büyük iç kavga ve macerasının ardından, sıcağı sıcağına sorular yöneltiyordum. Düşmesinin nedenlerini, DİSK içindeki gelişmeleri değerlendiriyorduk. "Bana Ahmet ya da Mehmet'in zarar verdiği, keklik hikâyeleri... Hiçbiri doğru değil. Bakma, arkadaşlar kolay kurban, suçlu arıyorlar. Bana hiç kimse kişisel zarar vermedi, tam tersi en çok suçlananlar, yerimize yönetime gelenler, beni kurtarmak için en çok uğraşanlar oldu. Ben yanlışı kendim yaptım. Bir an için, bunu ister bir saat, bir an, bir yıl olarak gör, zamanını bilemiyorum. Ancak bir an için, mitinglerdeki kalabalığı, bizim gerçek gücümüz, kavgamızı, inançlarımızı bilinçle paylaşan insanlar olarak görmek gibi bir hata yaptım. Sosyal olay hata kabul etmiyor. Tepetaklak gidiveriyorsun. Gelen arkadaşların beni kurtarma çabası olsa olsa kişisel, görevde biraz daha kalmamı sağlardı. Ancak biz yanlış yapmış ve kaybetmiştik..." diyordu.

25 Mart 2025 Salı

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA VE YÜRÜYEN İŞÇİLER

1970 Yılı Haziran'ın 15 ve 16 ncı günlerinde işçi sınıfı,Türkiye sendikal hareketleri içinde asla akıllardan çıkmayacak çok önemli bir eylem geçekleştirdi. ''16 Haziran İşçi Eylem Günüdür'' başlığı ile marşlara konu olan bu büyük eylem, emek tarihimiz içinde büyük bir köşe taşı oldu.  

Dünya emek hareketlerine de sendikal planda yol göstericilikte bulundular. Ülkemiz işçi sendikacılığının gerçek temsilcisi DİSK öncülüğünde yaptıkları, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişini zaferle snuçlandırdılar. İşyerlerini korudular. Emeklerine de ekmeklerine de sahip çıktılar.



Bu unutulmaz büyük eylem hakkında kitaplar yazıldı, şiirler dizildi. Konuya ilişkin yazılan ilk şiir, büyük usta Fazıl Hüsnü Dağlarca tarafından kaleme alundı..
 

Yürüyen İşçiler Kapılarında İstanbul’un

Yürürüz devrim gününde
Bütün Ulusun önünde
Toprak bu yurt denen toprak
Bu yurt benim elim aya’m
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak.
İşçi yürür mü yürür ya
Koca illere varır ya
Ağayı beyi görür ya
Kalmadı gerçeğe uzak
Bu yurt benim elim aya’m
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak.
Ölü girer gecesine
Ulaşır dağ yücesine
Bittim dedim nicesine
Sustular taşlar gibi bak
Bu yurt benim elim aya’m
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak.
Kişi kişiye kul değil
Neden karanlık al değil
Yeryüzü uzun yol değil
Varılır gökler aşarak
Bu yurt benim elim aya’m
Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak.

Fazıl Hüsnü Dağlarca





21 Mart 2025 Cuma

DİSK GENEL BAŞKANI SARAÇHANE'DE


DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, "İşçilerin Demokrasi Buluşması"nda, emeğin, demokrasinin tehdit altında olduğunu söyleyerek, işçi ve emekçilere baskılara karşı birlik çağrısı yaptı.


DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, burada yaptığı açıklamada, "Bugün yaşananlar 85 milyonun hakkını, emeğini tehdit ediyor. Tehlikede olan ekmeğimizdir, emeğimizdir, çocuklarımızın geleceğidir. İşçi sınıfı olarak bu büyük tehlikenin karşısında yan yana omuz omuza olmak, mücadeleyi büyütmek hepimizin tarihsel görevidir.

17 Mart 2025 Pazartesi

İŞ KAZALARI VE KOPAN PARMAKLAR

Şişli İlçesinin, bir zamanlar dut bahçeleriyle meşhur olan yemyeşil bir bölgesi vardı. Abide-i  Hürriyet Tepesi, Feriköy ve Kurtuluş Mahalleleriyle komşu olan bu yemyeşil dutluk bölgeye Padişah II. Abdülhamit Döneminde 1890 Yılında İsviçreli Adolf ve Walter Bomonti adındaki iki kardeşe bir bira fabrikası yaptırılıyor. Yeşil örtüsü ile ünlü burası, bundan böyle BOMONTİ adıyla anılmaya başlanıyor ve bu defa bira bahçesiyle ünleniyor.

Şişli'den Çağlayan'a doğru uzanan yol üzerindeki bu Bomonti Bira Bahçesi uzun yıllar İstanbul'lulara hizmet etti. Masaya getirilen ahşap fıçılar içindeki biralar yine ahşap ve cam kupalarla gelenlere sunulurdu..

Bira Fabrikasının kurulması ile birlikte bu bölge yavaş yavaş yerleşim bölgesi haline de gelmeye  başladı. Ufak çapta atölyeler gibi üretimhaneler kurulmaya başlanan bu bölgeye, kısa süre sonra elli, yüz ve daha fazla sayıda işçinin çalıştığı metal işkolu ile lastik, plastik ve tekstil işkollarına ait küçüklü büyüklü fabrikalar ve pres, dökümhane ve dokuma atölyeleri gibi üretimhanelerin yapıldığı görülmeye başlandı. 

Bomonti, kısa zaman içinde özellikle de, hemen her fabrika makinasının tamirinde, gerekli olan parçaların preslendiği veya dökümlerinin yapıldığı çok sayıda pres ve dökümhanelerin kurulduğu, küçük işyerlerinin merkezi haline getirilmişti.

1950-1960 yıllarında metal işkolunda Sezai Selah Makine ve Omega Kilit gibi, Lastik İş kolunda ise Güneş Plastik gibi fabrikalar burada kuruluyordu. 

SSK tarafındandan 1979 tarihinde yaptırılan, 2005 Yılında ise kapatılan, ülkemiz ilaç ihtiyacının % 20 sini karşılayabilen SSK'nın tek ilaç fabrikası da burada kuruluydu. İstanbul Çorap Fabrikası, Kondor Radyo Fabrikası, Kervan Sineması da burada Bomonti ismiyle adeta özdeşleşmiş gibiydi. Yanlış hatırlamıyorsam İltaş veya İlsan adında özel sektöre ait büyük bir ilaç fabrikası burada faaliyete geçirilmişti. 

1960 lı yıllardan sonra apartman inşaatlarıyla da meşhur olan bölgeye, daha çok Rum, Musevi ve Ermeni vatandaşlarımızın rağbet ettikleri görülüyordu. Hanımefendi adını alan sokakta, *Zeki Müren de iki apartman yaptırmış ve bunların birinde bir süre oturmuştur. 

KOPAN PARMAKLAR

Okulların tatil olduğu yaz aylarında, öğrencilerin cep harçlıklarının kendileri tarafından kazanılması elbette çok önemliydi. Yukarda belirttiğimiz pres ve dökümhaneler okul çocukları ile köyünden çalışmak için İstanbula gelen gençlerin daha kolay iş bulabildikleri işletmelerdi. İşbaşı yaptırılır presin nasıl çalıştırılacağı şöyle çabucak anlatılır ve imalata geçilir. 1955 veya 56 yaz tatilinde ben de 15-20 gün bir pres atölyesinde çırak olarak çalışmıştım.

Bomonti Bira Fabrikası
O tarihlerde böyle küçük işletmelerin bir çoğunda patronlar çalışanları hemen sigortalı yaptırmazlardı. Pres ve döküm yapılan küçük işletmelerde kazalar eksik olmazdı. Döküm yapılan yerlerde el ve ayak yanıkları, preshanelerde ise parmak ve el kesikleri çok sık görülürdü. Bu yüzden Bölge Çalışma Müdürlüklerine, SSKurumuna, Valiliklere şikayet ve ihbarlar yapılırdı. Nedenlerinin başında eğitimsizliğin ve iş güvenliğinin tam olarak uygulanmadığı işletmelerde tabiatıyle kazalar da çok sık oluyordu. Otobüslerde, tramvaylarda yolcular arasında ve günlük hayatta parmakları kesik(kopuk) insanları görürdük. 

Eyüp, Silahtarağa, Şişli, Sarıyer, Beyoğlu, Beşiktaş Bölgeleririnden sorumlu şube başkanı iken, zannediyorum 1965 veya 1966 Yıllarıydı. Bomonti'de faaliyet gösteren, o yıllarda ismi kamuoyu tarafından oldukçe bilinen bir kilit fabrikasına işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yetkili komisyon olarak teftişe gitmiştik. O yıllarda valiliğin uygun bulduğu durumlarda teftişler yapılabiliniyordu. Çalışma Bakanlığı iş müfettişinin başkanlığında, işçi ve işveren temsilcisinden oluşan üç kişilik komisyonun bu teftişinde işçi temsilcisi olarak ben görevlendirilmiştim. 

Köyünden yeni gelmiş ve bu kilit fabrikasınıda işe başlamış birinin şikayeti üzerine iş müfettişinin çağırısı üzerine vilayette toplandık. Fabrikada gerekli incelemeleri yapmak üzere hangi tarihte habersiz olarak gideceğimizi kararlaştırdık. 

Teftişe gittiğimiz gün fabrikanın kapalı olduğunu görmüştük!!!


*Bilindiği gibi Zeki Müren tüm mal varlığını Mehmetçik Vakfına bağışlamıştır.  

1 Mart 2025 Cumartesi

İŞ HAYATININ İNSANCILLAŞTIRILMASI

İŞ HAYATINDA İNSANCILLAŞMA

İşçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve güvenli hale getirilmesinde mutlaka söz sahibi olmalıdır. Daha doğrusu çalışma koşullarını ilgilendiren tüm konularda işçiler, doğal olarak söz ve karar sahibidirler.
                               
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konularında yapılması gereken ana işlerin başında, çalışma koşullarının düzeltilmesi ve düzenlenmesi gelir.

Bu işin diğer adı, "iş hayatının insancıllaştırılması"dır.
Elbette işçilerin işyerlerinde söz sahibi olma ve başta işçi sağlığı ve işgüvenliğ konularında yaptırımlar gerçekleştirebilmeleri, ancak sendikalar vasıtası ile olacaktır. Kazaların çok sık meydana geldiği işyerlerine bakıldığında, buralarda daha çok sendikasızlığın veya sarı sendikacılığın bulunduğunu görürüz.
İş güvenliğine yeterli bütçeyi ayırmayan işin önemini ikinci plana iten taşeronların varlığı, işyerlerinde kazaların oluş sebeplerinden birisi de sayılabilir.

Kazalar, sadece kanun yapmak, yönetmelik çıkarmakla engellenemez. İyi bir kanun ve yönetmelik sıkı bir denetim gerektirmiyorsa çok da işe yaramayabilir.
Bu hususta gerçek ve en iyi denetmen sendikalardır.
Çalışma süreleri, gün içindeki molalar, izinler, tatil hak ve uygulamaları, çalışanlar lehine ancak tam olarak gerçek işçi sendikalarının işyerlerinde devreye girmesiyle sağlanabilir.

1976 yılında ABD'de yapılan uluslararası çelik konferansına, Türkiye'den, T.Maden-İş Sendikası davet edilmişti. DİSK üyesi T.Maden-İş Sendikasının Genel Başkan Vekili, Toplu Sözleşme, Araştırma, Ücret ve Ekonomi Politika Daireleri Başkanı olarak temsil ettiğim konferans dört gün devam etmişti. Konferansta ağırlıklı olarak çelik işçilerinin sorunları görüşülüp tartışıldı. Konferans bitiminde ABD Çelik İşçileri Sendikası (United Steel workers) ile Almanya IGMetall Sendikası yöneticileri  ile görüşmeler yapıldı. Konuşmalar özellikle, çalışma koşul ve süreleri ile, iş kazaları, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında oldu.  


Hüseyin Ekinci 1976 Çelik Konferansı Pittsburgh

Konferans bitiminde, Pitsburgh'ta bulunan çelik ve Detroit'te kurulu otomobil fabrikaları ziyaret edildi. Üretim, teknoloji, sendikal çalışma, işçi hak ve ücretleri konularında yerinde incelemelerde bulunduk.

Özellikle yassı mamul üreten bir çelik fabrikasında, incelemelerimizi yoğunlaştırdık. 
Kenarında üç adet çelik fabrikasının daha, kurulu bulunduğu belirtilen Pittsburgh ırmağında, onlarca çocuğun neşe içinde balık tuttuklarını, fabrikalarda milyon tonlarca çelik üretilirken, çevreye zarar verilmediğini, ırmağın masmavi aktığını görmüştük....

Fabrikaların, dışarıdan görünen yerlerinde "1975 yılında bu fabrikada sadece bir iş kazası oldu."
Bir başka fabrikada "bu iş yerinde 1975 yılında çevre sağlığı için.......... dolar harcanmıştır." Yine başka bir fabrikanın dış duvarına asılı levhada "önce iş güvenliği" şeklinde ki yazıları görmüştük.

Fabrikaların, işçi sağlığı, iş güvenliği ve çevre sağlığı düzeni için, adeta birbirleri ile yarıştıkları görülüyordu.

AĞIRLIKLI ÜRETİM

4500 çalışanı bulunan yassı çelik üreten fabrikalardan birinin, 1975 yılı üretiminin 4,5 milyon ton yassı mamul olduğu belirtilmişti. Zannediyorum aynı üretim dalında o yıllar Erdemir, yaklaşık 900 bin ton yassı mamul üretimi yapmaktaydı...


Çalışanlarına ve çevreye değer verilmesi, kazaların önlenmesi konularında ki tedbir ve uygulamaların elbette üretime de olumlu katkıları olmaktadır.

30 Eylül 2024 Pazartesi

BİRLİKTEN KUVVET DOĞAR

''Birlikten kuvvet doğar'' ata sözü, işçi sendikalarının adeta ilk ve en önemli söylemidir. Hep beraber, toplu şekilde mücadele edersek gücümüz daha çok artar. Her zaman birlikte davranmamızın sonuçları daha olumlu, daha sağlıklı ve daha başarılı olur gibi anlamlar taşıyan bu cümle sendikal örgütlenmenin anahtarı gibidir.

İşçi sendikalarının kuruluş amaçları bellidir. Üyelerinin hak ve menfaatlerini savunmak asıl amaçtır. Onların yaşam kalitelerini yükseltmek bunun için yeni haklar sağlamak, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi olmazsa olmaz konuları sürekli gündemde tutmak ve yasalara uygun biçimde uygulatmaya çalışmaktır.

İşverenin ucuza işçi çalıştırmak, işçi sağlığı ve iş güvenliğine yeteri kadar yatırım yapmamak elbette kârlarını daha da artıracaktır. Türkiye de bu uygulama, artık olağan hale (gelmiş) getirilmiştir.,

Patronların, sarı ve işverenden yana olan işçi sendikaları ile çalışmaları onları himaye etmeleri işçileri çeşitli uygulama ile sarı sendikalara yönlendirmeleri hatta üye yaptırmaları işveren  adına anlaşılabilir! 

Bu durumda devlete görev düşmüyor mu? 
Devlet yapılanması, işçilerin, çalışanların haklarını, sadece laf ve çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle olmamalıdır. 
Etkili denetim yapması da (yaptırması) şarttır. 

İşte sarı ve gerçek işçi sendikaları burada devreye girecektir.
En basit ifade ile sendika, birliktir. 
Bir olmaktır. 
Birlikte güçlü olmaktır.
Sendikaların ve sendikacıların ilk işi üye tabanlarını oluşturmak ve sayısal olarak büyütmektir. Zaten sendikal eylemler de ilk cümle,"bir elin nesi var, iki elin sesi var" söylemi değil midir? 


İşveren sendikaları, bu işi  oldukça kolay yaparlar. İki satırlık bir yazı ile bu işi başarırlar. Hemen bir araya gelebilirler. Grevlere karşı koymak, işçi sendikalarının mücadele kararlılığını ve eylemlerini bastırmak için kullanacakları, lokavt fonlarını güçlendirerek kasalarını şişirirler. 

İşveren sendikaları hükumetler nezdinde de genellikle saygındırlar. Medya ve yazılı basın, onların söylemlerine oldukça önem verir. Onlar da her zaman ve her yerde her şeyi konuşmazlar, neyin nerede ne zaman konuşulacağını gayet iyi bilir uygularlar.. 

Hukukçuları, ekonomistleri, her konuya özgü uzmanları ve her zaman bol paraları vardır. Geçtiğimiz yıllarda işverenlere ait sivil toplum (PATRON) örgütleri ile işbirliği yapmaları durumunda hükumetleri bile düşürdükleri görülmüştür!

İşçi sendikaları  ise iki türlü örgütlenir.

Birincisinin işi kolaydır. İşçilerin üye olmalarına yetkililerce göz yumulur. Hatta işverene yakın bir kısım adamlar devreye sokulur, işçilerin üye yazılmalarına yardımcı olunur. Genellikle bu sendikaların kurulmasına da destek verilir. 
Prosedür çarçabuk tamamlattırılır. Toplu sözleşme yetkisi aldırılır. Çoğu zaman işçilerin bile sonradan duyacakları iki ya da üç yıl süreli toplu sözleşmeler imzalarlar. İşte bu gibi sendikalara “ SARI SENDİKA”, yöneticilerine de “SARI SENDİKACI” denir. 
Bu sarı sendikalar altmışlı, yetmişli yıllarda çok sayıda vardı. Günümüzde de var oldukları biliniyor.

Sendikalar, sivil toplum örgütü  olmanın ötesinde, mücadele örgütleridirler....
Gerçek işçi sendikalarının işleri ise oldukça zordur. Sendika üye tabanlarının sayısal olarak güçlü olması, maddi güçlülüğü de yaratır. 
Güçlü sendikaların varlığı, doğal olarak işverenlerin menfaatlerine aykırıdır ve karşılarındaki işçi sendikası güçlü olsun  istemezler. 

Gerçek sendikaların gücü üye tabanının sayısal olarak çokluğu, bu çoklukta parasal olarak varlığı oluşturur. Yani bir sendikanın üye sayısının durumu ve kasa varlığı, o sendikanın gücü ile doğru orantılıdır.
  
Yıllarca gerçek sendikacı olarak tanıdığımız yöneticilerin varlığını biliyoruz. Sendikalarını geliştiremeyen, üye tabanını sayısal olarak güçlendiremeyen yöneticilerin, gerçek de olsa, solcu da olsa, devrimci de olsa varlıkları çok şey ifade etmez.

Sendikalar sınıf ve kitle örgütleridir. Demokratik kitle örgütü olmak, bu vasıflarıyla faaliyet göstermek durumundadırlar. Üyeleri aynı siyasi düşüncede ve aynı ideolojide olmayabilir. İnançları ayrı, milliyetleri, cinsiyetleri farklı olabilir. 

Onların bir olmaları, birlik olmaları ortak menfaatleri ile ilgilidir. Çalışma şart ve koşulları, işçi sağlığı, iş güvenliği, ücret durumları ve kısaca yaşam kalitelerinin yükseltilmesi gibi konular, ortak menfaatlerini oluşturan unsurlardır. Birlik olmak, birlikte mücadele etmek, mücadelede başarılı olmanın önemli şartlarından biridir.

Elbette sendikacıların da siyasi görüşleri vardır ve olacaktır.
Olmalıdır da.

Ancak sendikacılar, sendikal çalışma ve eylemlerini sadece kendi siyasi görüşlerine göre yapamazlar. 
Geçmişte bazı sendika ve sendikacıların siyasi görüşlerini doğrudan yansıttıkları, sendikal çalışmalarda başarılı olamadıkları, hatta işçi sınıfının birliğine zarar verdikleri açıkça görülmüştür.


Çalışmalarını siyasi iktidarlara yaslamak onların tarafında olmak, iktidarın ekonomi politikalarına uygun davranmak da, gerçek sendikal anlayış ve uygulamasıyla da asla bağdaşmaz.

22 Temmuz 2024 Pazartesi

KEMAL TÜRKLER'İ YÜZBİNLER UĞURLADI

Daha önceki bir yazımda 22 Temmuz işçi sınıfının kara günüdür diye yazmıştım.

Günler kara olur mu? 
Olabiliyor... 

1947 Yılında madenî eşya işkolunda kurulan Türkiye Maden - İş Sendikasının uzun yıllar ve  kurucusu olduğu Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunu DİSK'İN de7 yıl Genel Başkanlığını yapan efsane sendikacı, devrimci insan Kemal Türkler evinin önünde katillerce çapraz ateşe alınarak hunharca katledildi. Ömrünün büyük bir bölümünü işçi sınıfının hizmetine adayan bir liderin öldürüldüğü gün işçi sınıfı adına sanırım kara ile ifade edilebilir. 
  
Kemal Türkler'i çok iyi tanıyan Gazetecilerden Şükran Soner yazmış olduğu ''İşçiyim Haksızım'' kitabında Kemal Türkler'in son gününden bahsediyor ve soruyor yüzbinlere ne oldu?.

YÜZ BİNLERE NE OLDU?

Kemal Türkler 22 Temmuz 1980 günü evinin önünde üç kişi tarafından yaylım ateşine tutularak acımasızca öldürüldü. Samatya Hastanesi'ne ulaştığımızda karısı Sebahat Türkler'in elbisesi ıslak, kan içındeydi. Akşam evinde Kemal'in kanı diye inleyerek, kanla kaplanmış elbiseyi çıkarmamak için ne kadar çok direnmişti. İşçiler, Türk sendi- kacılık yaşamında tartışmasız çok önemli yeri olan Kemal Türkler'e sevgilerini, saygılarını fazlasıyla gösterdiler.

O zaman da sıkıyönetim ve baskı vardı. Sıkıyönetim görevlileri, DİSK yöneticileriyle uzun tartışmalar yapmışlar ancak birkaç bin kişiyi geçmeyen bir cenaze törenine izin verebileceklerini bildirmişlerdi.

Cenazenin kaldırıldığı 25 Temmuz günü Aksaray Murat Paşa Camisi'ne giden bütün sokak araları asker ve polislerle dolmuştu. Cenaze töreninde izin verilen kalabalığı aştırmamak üzere asker-polis kordonu da yapılmıştı. İstanbul'un her yönünden oluk gibi akan ka- labalığı ne durdurulabilir ki? 1966-80 arasında İstanbul'da olmuş tüm miting ve toplantıları izlemiş biri olarak, görebildiğim en büyük kitlesel gösteri oldu. İşçiler Kemal Türkler'e sevgilerini, cinayete tepkilerini, belki de tüm ezikliklerine tepkiyi göstermek için adeta yarışa girişmişlerdi. Cenaze kortejinin başı Vatan Caddesi'nin sonuna, kavşağa geldiğinde telsizler, henüz Saraçhanebaşı'ndaki kuyruğun yola çıkamadığını haber veriyorlardı. Oysa sabahtan itibaren başka şehir- lerden gelen işçi otobüsleri geri çevrilmiş, otobüslerden inip kaçarak gelenler, asker ve polis tarafından korteje sokulmadıkları için Vatan Caddesi kavşağının karşısındaki mezarlık tepelerinde ayrıca büyük kalabalıkları oluşturmuşlardı. 

Anlatılanlar öyleydi ki Kemal Türkler'in onca sınırlama, yasaklamaya rağmen cenazesindeki büyük kalabalık, komutanları korkutmuş, kaygılandırmıştı. DİSK'e olduğunun çok üstünde güç vehmedilmişti. Arkasından büyük bir gizli örgüt çıkacağına öylesine çok inanılmıştı ki DİSK merkez binasının lambrileri sökülüp arkalarında silah bulunamayınca adeta düş kırıklığına uğranılmıştı.

17 Mayıs 2024 Cuma

DEVRİM ARABALARINA İHANET Mİ

27 Mayıs 1960 Yılında kimilerine göre ''Askeri Darbe'', kimilerine göre ise ''Devrim'' oldu ve Başbakan Menderes iktidardan düşürüldü. Kurulan askeri yönetimin başında bulunan Orgeneral Cemal Gürsel 1 yıl sonra yani, 1961 Yılında yüzde yüz yerli bir otomobil yapılması için emir veriyor. 

Bunun üzerine emir yerine getiriliyor. Ne mutlu!..
Türk mühendis ve işçileri gece gündüz durmadan çalışarak Eskişehir'de 130 günde motor dahil '' yüzde yüz yerli dört adet otomobil'' ve 10 adet motor yapıyorlar. Tabii onları kutlamak gerek. Türkler otomobil üretemez diyenler yanıldılar. 
Devlet Başkanı Cemal Gürsel deneme sürüşü için arabaların birine bindiriliyor. 
Ama hangisine!..
Arabalardan birinin  deposuna benzin konmamış. Acaba neden? Daha sonraları Ankara sanayicilerinden biri olan ve bir ara MESS işveren sendikası başkanlığını da yapan Şükrü ER bir röportajında Devrim Arabalarına ilişkin bakın neler anlatıyor...
''Projede yer alan mühendislerden biriyim. Devlet Demiryolları’nın Eskişehir Fabrikasında bir alan bize tahsis edilmişti. Ankara ve Sivas fabrikaları da bize destek veriyordu. İnsan üstü bir performansla dört ayda dört otomobil ürettik. Bu dört otomobil için üç tipte, on adet de motor ürettik. Dünyada görülmemiş şey…


İki tanesi 29 Ekim için Ankara’ya gönderildi…
Araçlardan birine yakıt konmamış. Orgeneral Gürsel bu araca bindirildi araç durunca tüm basın, buraya hücum etti…
Türkler otomobil üretemez diye kampanya başlattılar adeta. O dönem Sanayi Bakanı olan Şahap Kocatopçu projeyi şiddetli kınayanların başında geliyor… Devrim’in üretilmeme sebebi başarısızlık değil, tamamıyla siyasidir..
Bu araçlardan birisi halen Eskişehir’de. Olayların üzerinden 30 yıl geçtikten sonra, gidip gördüm ve içine girip çalıştırdım.  Araba çalışır durumdaydı ve zaman zaman kullanılıyordu.'' (Gelenekten Geleceğe s71 MESS)
Ne denir ki? Devrim ya da darbe hükumeti içinde bakanllık yapanlar da dahil, birileri devrim arabalarına dolayısı ile ülkeye ihanette mi bulundular?.

4 Mayıs 2024 Cumartesi

HALİÇTE FABRİKALAR

Atatürk Şakir Zümre'yi Sofya Ateşemiliterliği yaptığı dönemlerde tanımıştı. Cumhuriyetimizin kuruluşu ile birlikte İstanbul Haliç kenarındaki, Sütlüce'de kurulan Türkiye'de ilk bombanın yapıldığı Şakir Zümre Fabrikası, silah üretmek üzere kurulmuştu. Fabrikasında silah üreten "Zümrezade Şakir Bey" Türkiye'de ilk silah ihracaatını da yapan firma sahibi olarak Türk sanayicileri içinde yer almıştır.

Haliç'in Beyoğlu tarafı Sütlüce semtinde kurulan Şakir Zümre Fabrikası, Çolakoğlu Demir Çekme Fabrikası, Arçelik Buzdolabı Fabrikası, Halıcıoğlu Tel Çivi Fabrikası, Demas Demir Çekme fabrikası, Alanya Demir Çekme Fabrikası, Kısmet Fermuar Fabrikası, Ramazanoğlu Bakır Fabrikası, Kutup Kalorifer Kazanı Fabrikası, Diren Madeni Eşya Fabrikası, Kar Demir Çekme, Profilo Bot Fabrikası, Hasköy İplik Fabrikası ile çeşitli iş kollarına ait onlarca atöye ve işyeri, bacalarından dumanlar çıkararak üretimlerine gece gündüz devam ederlerdi.

KAĞITHANE,  CENDERE, AYAZAĞA 

Kağıthane ve Cendere boyunca, Kemerburgaz'a kadar uzanan bölgede kurulan fabrikaların bir kısmı şunlardı. Rabak Bakır Fabrikası,  Arabacıoğlu Kereste Fabrikası, Keleşoğlu Mermer Fabrikası, Biksan Kablo Fabrikası, Çelik İzabe Fabrikası, Ünika Kablo Fabrikası, Ege Kimya Fabrikası, Plastifay Plastik Fabrikası, Kader Mensucat Fabrikası, Boronkay Arazöz Fabrikası, Detel Demir Çekme Fabrikası, Hacı Şakir Sabun Fabrikası, Balık Ağı Fabrikası ve çok sayıda deterjan, seramik ve başka işkollarına ait atölyeler kuruluydu.

DÖKÜM ve ÇELİK MERKEZİ

Silahtarağa, kalorifer kazanı, çelik, döküm ve izabe fabrikaları merkezine dönüşmüştü...
Koç Holding'e ait, ülkenin en büyük özel sektör döküm fabrikası olan Türk Demirdöküm Fabrikaları ve sanayici Erenyol Ailesine ait, Turgut Özal'ın da bir dönem genel müdürlük yaptığı Elektrometal Döküm İzabe fabrikası, Ferhat Kocaballı Döküm Fabrikası(Fer Döküm) ile onlarca değişik iş koluna ait fabrika ve atölyeler burada üretim yapıyorlardı. Sünnet Köprüsü bölgesinde ise Türk Philips buzdolaplarını yapan Nurmetal (Estaş) Fabrikası faaliyetteydi.

Alibeyköy'e doğru uzayan güzergâh üzerinde, Yıldız Kalorifer Kazan Fabrikası, Yeni Gayret Demir Çekme Fabrikası, Sungurlar Kalorifer Kazan Fabrikaları, Bohemya Kristal  Avize Fabrikası, Cem Düdüklü Tencere Fabrikası,  Apikoğlu Sucuk Fabrikası ile Coşkun Sucuk Fabrikaları faaliyet gösterirlerdi.

Haliç'in Eyüp tarafında Çelik Endüstri Fabrikası, Makina Kimya Av FişeğiFabrikası,  Aslan Tuğla Fabrikası, Otoyay Fabrikası, Preskold Buzdolabı Fabrikası, Bahariye Demir Çekme Fabrikası, Bahariye Mensucat Fabrikası, Prinç Çeltik Fabrikası, Gislaved Lastik Ayakkabı Fabrikası, Haydar Kaynak Elektrotları Fabrikası,  Ayvansaray Cıvata Fabrikası kuruluydu.

ÜRETİM ÇEŞİTLİLİĞİ
Lastikten, tekstile, deterjandan kabloya, silah yapımından karoseriye ve kalorifer kazanlarına, inşaat demirinden traktör parçalarına ve gemi yapımına kadar çeşitli sanayi dalında imalat yapan yüzlerce fabrika, atölye ve tersanelerin kurulduğu bu bölge, tam anlamıyla adı konmamış organize sanayi bölgeleri durumundaydı.

Türkiye'de işçi işveren ilişkileri konularındaki hareketliliğin büyük bir kısmı işte bu bölgede yaşandı. Direniş, grev, lokavt ve çeşitli demokratik işçi eylemlerin yaşandığı olaylarda, elbette acılar da yaşandı...
Kısa süren mutluluklara da şahit olan bu bölge, işçi sınıfı tarihine çalışanlar lehine kazanım olarak yazılan bir çok olayın da geliştiği yerdi...

Bu yazımızla dünyanın, Altın Boynuz dedikleri (Golden Horn) Haliç'in zaman dilimlerinden bir kısmını emek değerleri içinde anlatmaya çalışmak istedim.

Mimar, mühendis, doçent, doktor, profesörlerimiz var. Belediyelerimiz, belediye meclislerimiz var. Valilerimiz, il genel meclisi üyelerimiz var. Bu koca, koca unvanlı insanlar şehir yönetimlerinde, çoğu zaman üst idareci, danışman, hukukçu olarak görevlerde bulundular.

Haliç kenarlarına fabrika konduranlar, ucuz fabrika arsaları aldılar. Belkide teşvikle hatta bedava aldılar, orasını bilmiyoruz. On yıllarca buralardan büyük paralar kazandılar. Bir çoğunun hanları hamamları uçakları, oldu, bir kısmının ise fazladan mersedesleri ve metresleri...

Bulundukları yerde tevsiatlara girdiler işletmelerini büyüttüler. Başka bir kısmı ise Bursa, Eskişehir, Çerkezköy gibi şehir ve bölgelerde ikinci üçüncü fabrikalarını açtılar. Yeni yeni fabrikalar kurdular. Zenginliklerine zenginlik kattılar. Anlatmak istediğimiz onların sadece zenginlikleri, hanları, hamamları elbette değil.

Bir zamanlar Fatih'in donanmasını, karadan yürüterek hangi duygu ve düşüncelerle kavuşturabiliği Haliç'in, kısa zamanda ne hallere geldiğini de anlatabilmek!..

Elli yıl boyunca Haliçi'in her iki yakasında kurulu bu işletmeler her türlü kimyasal ve zararlı atıklarını da haliçe boşalttılar. Diğer işletmeler ise  yine her türlü atıklarını boşalttıkları Kağıthane Deresi vasıtası ile Dünya güzeli Haliç'i dolduruldu..

Arıtma yapmadılar, yapmaya da ihtiyaç duymadılar. Seçilenler de arıtma yaptırmadı, yaptıramadı onlara...

Sanayicilerimiz, yöneticilerin ve idarecilerin gözlerinin içine baka, baka Haliç'te balık ve canlı bırakmadılar. Her türlü atıklarıyla Haliç'i zehirlediler. Silahtarağa'ya kadar giden şehir hatları vapurlarının yüzdüğü Haliç'te, kayıklar bile ilerleyemez oldu.

İstanbul efendilerinin oturduğu semtlerden kaçışlar başladı. Büyük çoğunluk kokudan evlerinde oturamaz duruma geldi. Bir kısmı başka yerlere kiraya gitti, bazıları da inanılmaz ucuz fiyatlara sattı evlerini.

90 lı yıllarda fabrika yerleri İstanbul Belediye'si tarafından istimlak edildi. Pazarlıklar yapıldı. 
Değerler biçildi. 

Fabrika sahipleri, bir kere daha, hayır (misli misli) iki kere daha kazandılar. Hem fabrika bina ve arsa değerlerinin karşılığını aldılar, hem de başka bölgelerden yeni fabrika arsaları aldılar.

Haliç'in çamurunu temizlemek, sularını arıtmak ve bunların bedelini ödemek ise İstanbul halkına bırakıldı...




5 Ocak 2024 Cuma

SENDİKAL HAREKETLER VE BÜYÜK GREV

Aziz Nesin, Vatan Gazetesinde yayımladığı ve Kemal Türkler'i eleştirdiği yazısında, sanki eleştiri sınırlarını zorluyor..

Üretim fazlası olduğunu, bu nedenle büyük patron Vehbi Koç'un ödemediği işçi ücretleri dahil, birçok konudan daha kârlı çıkacağını ve bu grevlerin zamansız başlatıldığını, belirtiyor. 

"Sendika işçilere tam gündelik veremez oldu, yarı gündelik verilmeye başlandı" dedikten sonra "yarı gündelik de veremez oldu, üçte bir gündelik vermek için taşınmazlarını satılığa çıkarmıştı" diyor.

"Büyük Grev" isimli yazıyı daha doğrusu, her ne kadar masal öykü dense de, DİSK ve Maden-İş Sendikasının  Genel Başkanını ve onun sendikal anlayışını hedef alan yazıyı, Aziz Nesin gibi bir yazarın hangi düşünceyle yazdığını (gerçeğini) anlamak güç..

YANILGI FAZLA

Aziz Nesin'in grevlerin zamansız başladığı söylemi ile büyük bir yanılgı içinde olduğunu söyleyebiliriz  ve adını ''büyük'' koyduğu bu grevlerin aynı anda başlatıldığını mı zannediyor? 
Ya da grevde olan  onlarca fabrikanın Koç'un olduğunu mu sanıyor? ikisi de değil. 

Aziz Nesin bu yazıyı 3 Aralık 1977 tarihinde yazdı. 
Yazının yazıldığı tarihte (şu anda) tam sayı söyleyemem ama, büyük ağırlık İstanbul'da olmak üzere Kocaeli, Çerkezköy, Eskişehir, Ankara, İzmir, Mersin, Manisa ve Antalya gibi il ve bölgelerde büyüklü küçüklü onlarca fabrikada grev devam ediyordu. 

GREVCİ İŞÇİLER DİRENÇLİ KAHRAMANLAR

Bilinmeli ki grevlerin bir kısmı 1975 yılında başladı, bunlara 1976 yılında yenileri ilave oldu, 1977 yılındaki ilavelerle yazının yazıldığı tarihte işyerlerindeki grevlerin bir çoğu 2 ve 3. yılını doldurmaktaydı.  

Turgut Özal'ın danışmanlığı ve kısa süre sonra başkanlığındaki MESS, T.MADEN-İŞ Sendikası karşısında sanki çelikten geçilemez ağlar örmek istiyordu. 

Daha doğrusu ileride ''ben zengini severim'' diyecek olan Özal şimdiden görevini yerine getirmek için canla başla çalışıyordu! 
Bu dönem Özal sayesinde  işverenler tarafında öyle bir düşünce hakim oldu ki emek, emekçi, işçi, üretim, ülke ekonomisi gibi düşünce kesin olarak bir tarafa bıraktırıldı..

Gerçek şu ki grevdeki bu işçiler her türlü olumsuz koşullara rağmen  çok uzun süre ekmek, adalet, sendikal özgürlük ve onur mücadelesi verdiler, işyerlerini de koruyup kollayarak yürekli birer kahramanlık gösterdiler.

BAZI ŞEYLER YAZILMIYOR

Şair ''Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban'' demiş ya. 
Aşkın kağıda yazılıp yazılmadığını bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var, bazı şeyler galiba yazılamıyor..
En azından ben yazamıyorum... 

Ama şunları açıkça söyleyebilirim ki, gerek DİSK gerekse Maden-İş yöneticilerinin bir kısmı ve uzman kadrolar sendikal anlayıştan daha çok ütopik siyasal anlayışa geçmiş ve çalışmaları bu doğrultuda yapmaya başlamışlardı. 

Sendikal ve siyasal sloganlar TKP ideologlarının çizdiği sınırlara göre hazırlanıp onların uygun buldukları yer ve mekanlarda seslendiriliyordu. 
Özellikle bazı uygulama ve sloganlar patronların MESS içerisindeki birlikteliklerini daha da kemikleştiriyordu. 

1977 yılında yapılması gereken MADEN-İŞ ve DİSK Genel Kurulları, birlieri için grevlerden daha önemliydi!!

Her iki örgütün 1977 Genel Kurulları, sendikal sondan daha çok, ideolojik (siyasi) anlayış doğrultusunda geliştiği ve sonuçlandığı anlaşılmıştı... 

sADUN AREN AZİZ NESİN BÜYÜK GREV olarak devam edecek.